Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti’nin başşehri Konya sarayındaki sultanın en yakınında hizmet eden büyük görevlilere “emir” denir. Bu unvan, Erken İslami Dönemlerde sadece darphane görevlisi ve vergi toplayan memurların amiri için kullanılırken, Selçuklularla birlikte idari sistemin askerleşmesine bağlı olarak her türlü askerî komutanlara verilmiştir. Bunlar Emir-i çaşnigir (bk. çaşnigir*), Emir-i ahur, Emir-i candar, Emir-i alem, Emir-i hares, Emir-i meclis, Emir-i silah, Emir-i şikar, Emir-i mahfil, Emir-i meydan, Emir-i bar (barbeg) ve Emir-i camedar gibi emirliklerden oluşmaktadır. Bu emirlerin vazifeleri ve hiyerarşileri takip edildiğinde, Selçuklu sarayının iç işleyişi görülebilmektedir. Ne yazık ki günümüze kadar bu konu hakkında müstakil çalışmalar yapılmamıştır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nde emirlik görevleri ilk olarak I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahtı ikinci defa ele geçirmesinin ardından, devlete kalıcı bir düzen vermek ve bu yolla farklı etnik ve dinî zümreler arasında barış ve güveni sağlamak ve güçlü bir devlet teşkilatı oluşturmak maksadıyla, devlet yapısında ve yönetiminde yeni bir planlamaya gidildiği 1204 tarihinden sonra görülmektedir. İbn Bibi’nin sık sık Selçuklu sarayında çalışan emir-i ahuru, sarayın giyim ve temizlik hizmeti, hazine divanının gizli arşivleri, iğdişler birliği (bk. iğdiş*), adliye, sultanın sofrası ve kileri, sultanın muhafızları, sultanın Konya’daki genel valisi, saray mutfağı, tercüme kalemi, sahib-i tuğra-i kalemi ve harem ile saray müzisyenleri gibi hizmetlilerin gulam olduklarına dikkat çekmesinden hareketle, Türkiye Selçuklu Devleti hizmetinde çalışan emirlerin, Ermeni ve Rum kökenli ailelerden gulamhaneye devşirilen; fiziği düzgün, yetenekli ve zeki gençleri iç sarayın değişik hizmetlerinde istihdam ederek devlet adamı olarak yetiştirdikleri anlaşılmaktadır. Devlet hizmetine alına büyük emirlerin çoğunun, savaşta ele geçirilen ve sonrada devlet hizmeti için eğitilen oğlanlar olduğunu belirtmektedir (İbn Bibi, 55, 227). XIII. yüzyıl Konya’sındaki saray düzenlemesine dair, o dönemden kalan sistematik bir tasvir bulunmamasına rağmen, sarayla bağlantılı çeşitli hizmetlerin gulamlar tarafından görüldüğünü gösteren yeterince ipucu vardır. Vezir, sarayın yanındaki gulamhane adlı saray okulunda genç gulamların eğitim görmeleri için “baba”lara teslim ediliyordu. Bu gençler daha sonra, kariyerlerinin belli bir noktasında çeşitli saray hizmetlerine taksim ediliyorlardı (İbn Bibi, 63, 134). I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu sistemi sekiz yıllık Bizans sürgünlüğü hayatından döndükten sonraki sultanlık döneminde (1204-1212) uygulaması, sultanın Bizans sarayındaki gulam modelinden esinlendiğini akla getirmektedir. Bundan sonradır ki Türkiye Selçuklu Devleti hizmetinde Türkmen kökenli emirlerin yanında çok sayıda Rum ve Ermeni kökenli emirler, kontlar da görülmektedir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu düzenlemelerinden sonra, iyi bir eğitim ve uzun süreli saray içi hizmetlerde yetişen emirlerin, Selçuklu tarihinde rolleri iyice artmaya başlamış, bu emirlerin desteği ile Antalya ve Samsun fethedilmiş ve devletin sınırları Akdeniz ve Karadeniz’e ulaştırılmıştır. Nitekim Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde ünlü Emir-i Çaşnigir Mübarizeddin Çavlı ve Emir-i Ariz Şemseddin Tabes, seferlerdeki başarıları ile dikkatleri üzerlerine çekmişlerdir. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde oluşturulan bu emirliklere I. İzzeddin Keykavus, I. Alâeddin Keykubat ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in dönemlerinde de yeni emirlikler eklenerek kadro zenginleştirilmiştir. Selçuklu sarayındaki başlıca emirler şunlardır:
Emir-i Dad: Arapça “emîr” ile Farsça “dâd” (adalet) kelimelerinden oluşan bu terkip, Türk-İslam devletlerindeki Divan-ı Mezalim’in* Selçuklulardaki örneğidir. Devletin her türlü şikâyetleri ve halk üzerindeki baskıları dinlemek ve bunlar hakkında karar vermek için başkent Konya’da kurulurdu ve başkanı sultan idi. Türkiye Selçuklularında bu mahkemelerin başındaki kimseye emir-i dad ya da “dâd beg” denilirdi. Konya’da bu mahkemenin yapıldığı “dâdgâh” denilen hususi bir binası vardı. İbn Bibi, bu görevi deruhte eden Fahreddin Ali’den bahsederken “hakem-i divân-ı adl ve mansıb-ı emîr-i dâd” olarak zikretmektedir. El-Honiyi’nin emir-i dada nasıl hitap edileceğini belirtirken kullandığı “sipehbed-i muazzam”, “melîku’l-umerâ ve’l-ekâbir”, “melîku’l-ümerâ ve’l-e’azım” gibi unvanlarla hitap edildiğini bildirir. Uzunçarşılı, emir-i dadın görevini adliye vekili ve daha doğrusu istintak dairesi şefi ve “tevkifhane” müdürü olarak açıklar. Ayrıca emir-i dadın divan heyetine dâhil olmadığına dikkat çeker. Osman Turan da mezalim divanından bahsederken emir-i dadı örfi davalara bakan adliye nazırı olarak tarif etmektedir.
Emir-i Meclis: Türkiye Selçukluları, İlhanlılar ve Memlukluların saray teşkilatlarında görülen emir-i meclis, hükümdarla görüşmek isteyenleri huzura alır ve çeşitli vesilelerle düzenlenen meclis ve merasimlerde teşrifat nazırı olarak görev yapardı. Türkiye Selçuklularının önde gelen simalarından biri olan Müvarizüddin Behramşah’ın emir-i meclis olarak anılması, bu memuriyetin Selçuklu sarayında önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
Emir-i Camedar: Sultanın elbiselerinden sorumlu görevlidir. Camehane denilen bölümde sultanın elbiselerini muhafaza eden, giyip-çıkarmasında yardımcı olan, hilat olarak verilecek eşyalardan sorumlu görevlidir. Emir-i camedara Arapça “emîr-i siyâb” da denilirdi. I. Alâeddin Keykubat, 1220 yılında tahta oturmak için Konya’ya geldiğinde, sarayın emir-i camedarı, içinde nefis elbiseler ve altın yaldızlı hilatler bulunan bir bohçayı alarak sultanı giydirmek için karşılayanlar arasındaydı. Sultanın giyinmesi ve elbiselerinden o sorumlu olduğundan, daima sultanın en yakınında yer alırlardı.
Asker ve beylere giydirilecek elbiseler, hilatler, pahalı kumaşlar, sarayın kumaş ve elbiseleri camehanede saklanırdı. Alâeddin Keykubat, Konya surlarının tamamlanması şerefine düzenlediği eğlencede, Camehane-i Saltanat’tan getirilen hilat ve kumaşları emirlere hediye etmişti (İbn Bibi, I/274).
Konya Selçuklu sarayında Alâeddin Kaykubat’a Aksungur Siyabi; II. Gıyaseddin Keyhüsrev’e Samsamüddin Kaymaz; II. İzzeddin Keykavus’a Esedüddin Ruzbe ve Muzafferüddin Uğurlu; III. Gıyaseddin Keyhüsrev’e Alemeddin Sincar emir-i camedarlık yapmıştır.
Emir-i Candar: Farsça “cân” (silah) ve “dâr” (tutan) kelimelerinden oluşan “cândâr” terimine Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, Eyyubiler ve Memluklular gibi İslam devletlerinin saray teşkilatında rastlanmaktadır. Candar, geniş yetkileri olan önemli bir görevli idi. Emir-i candar, saray muhafaza kumandanı olup bellerinde altın işlemeli hamayil ile asılı kılıç taşırlardı. Büyük Selçuklularda diğer saray görevlileri gibi candarlar da çeşitli milletlere mensup gulamlar arasından seçilen ve çok iyi eğitilen hassa askerleri olup hükümdarların ve sarayın güvenliğini sağlamaktan sorumlu idiler. Bundan dolayı daima sultanın huzurunda ve bir tehlikeye karşı dikkatli idiler. Türkiye Selçuklu Devleti’ne candarlık müessesesi Büyük Selçuklulardan geçmiştir. Hükümdar muhafızı olan candarların bir kısmı divan muhafızı olarak da istihdam edilirlerdi. Sultanın huzuruna girecek kimseleri huzura alırlardı. Candarlar harp zamanında ve konak mahallerinde “müfarede” denilen mümtaz hassa kuvvetleriyle beraber hükümdarın muhafaza hizmetinde bulunurlardı. I. Alâeddin Keykubat tahta çıktığında 120 candardan oluşan bir muhafız birliğine sahipti. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Bizans İmparatoru Laskaris ile yaptığı savaşta cesaretine aldanıp candarlarından uzaklaştığı sırada şehit edilmişti. I. İzzeddin Keykavus’un emir-i candarları Bahaeddin Musa Candar ve Hasan Candar idiler. Ali Candar, I. Alâeddin Keykubat Konya’da tahta oturduğunda, etrafını bellerine altın kılıçlar kuşanmış candarlar sarmıştı. Sultanı koruyan bu candarların sayısının yirmi civarında olduğu bilinmektedir. Bunların başında da emir-i candar bulunurdu. Selçuklu sarayında I. Alâeddin’e Mubarizeddin İsa, Necmeddin Behramşah, Ay-Aba Candar; II. Giyaseddin Keyhüsrev’e Hüsameddin Karaca; IV. Rükneddin Kılıçarslan’a Bunsuz, Seyfeddin Ebubekir, Necmeddin ve Nureddin Yakub emir-i candarlık yapmışlardır.
Bu görevlilerin devlet eliyle yapılan katillerde de görev aldıkları görülmektedir. I. Alâeddin Keykubat, Kayseri’de emirleri tasfiye ederken, Sadeddin Köpek Seyfeddin Altun-aba’yı öldürtürken ve Sadeddin Köpek’in kendisinin öldürülmesi olayında candarların görev alması ya da cellâtlık yapması dikkat çekicidir. Bunlar bazen vilayetlere subaşı olarak atandıkları gibi, savaşlarda komutanlık görevlerinde de bulunurlardı. Bu görevi yapanlar “candar” künyesi ile anılırlardı.
Emir-i Ahur: Gazneliler, Selçuklular ve Harezmşahlar gibi Orta Çağ İslam devletlerinde sarayın ve sultanın hayvanlarının bulunduğu “Istabl-ı Sultânî”den sorumlu kişilere “emîr-i ahûr” veya “ahûr-sâlâr” denirdi. Bizans’taki karşılığı “kondistabl”dır. Emir-i ahurların Gazneliler ve Selçuklularda, önemli kumandanlar arasından seçildiği anlaşılmaktadır. Emir-i ahur, merasimlerde veya hilat giyme esnasında hükümdarın atının hazırlanması, süslenmesi işlerini yapar, merasim esnasında da sultanın atının yularından tutup çeker, ata binmesine yardımcı olur; ayrıca seferlerde sultanın yakınında yer alırlardı. Elçilik teatilerinde, gelen elçilerin atlarından sorumlu kililer bulunurdu ki bunlar emir-i ahurlara bağlıydılar. Ayrıca sultanın özel atı ve ona hediye edilen diğer atlara da emir-i ahura bağlı görevliler bakardı ki; bunlara da “has ahur” denirdi. Emir-i ahurların emrinde çalışan birçok insan bulunmaktaydı. Atların eyer ve koşum takımları için saraçlar, nalbantlar, seyisler, katırcılar (harbende) ve veterinerler gibi görevliler bulunmaktaydı.
Seyfeddin Ay-aba’nın da Oğul Bek adında bir emir-i ahuru vardı. Bundan önemli devlet ricalinin de hususi emir-i ahurlarının olduğu anlaşılmaktadır.
II. Kılıçarslan’a Seyfeddin; İzzeddin Keykavus’a İmadeddin Ayaz, Zeynüddin Başara; Alâeddin Keykubat’a Esededdin Ayaz, Rıdvan; II. İzzeddin Keykavus’a Esed, emir-i ahurluk yapmıştır. Arslan-doğmuş, Necmeddin Ferruh, Kondistabl Rumi ve Muzaffereddin Uğurlu 1256’dan sonra Konya sarayında emir-i ahurluk yapmışlardır. Sultan II. İzeddin Keykavus, İstanbul’a sığındığında yanında götürdüğü emişlerden biri Emir-i Ahur Muzaffereddin Uğurlu idi. Bunlar Bizans başkentinde ihtilal yapma teşebbüsünde bulunmuşlar, fakat planları Rum imparatoru tarafından öğrenilince yakalanarak bir kaleye hapsedilmişlerdir. Emir-i Ahur Müzaffereddin Uğurlu ise Ayasofya Kilisesi’ne sığınmıştır. Bu kiliseye sığınan suçlular ölümden kurtulmaktaydı. Bu sebeple onu öldürmemişlerse de gözlerine mil çekmişlerdir. Bu olaydan da anlaşıldığı üzere emir-i ahur sultanın hep yanında bulunmuş; tabiatıyla onun sırrına da ortak olmuştur.
Emir-i Silah: Silahhanenin muhafız ve kumandanı olan, merasim alaylarında hükümdarın silahını taşıyan vazife sahibine “emîr-i silâh” denilirdi. Mahiyetinde oldukça fazla silahtar vardır. I. Alâeddin Keykubat, Moğollara karşı kendisinden yardım isteyen halifeye asker vermeyi kabul edip bunların Malatya’da toplanmalarını emrettiği sırada Konya’da bu askere hükümdar sancağını götürmeye memur edilen müfrezeler arasında silahtarlar da bulunmaktadır. Emir-i Silah Bedreddin Gühertaş, II. İzzeddin Keykavus taraftarlarından olması dolayısıyla Moğollar tarafından katledilmiştir.
Emir-i Şikâr: Göçebelik devrinin bir devamı olarak, av merasim ve eğlenceleri, av etlerinin tedariki Selçuklularda önemli bir yer işgal ettiği için daima bu işlere bakan bir makam ve bu işlerden sorumlu bir emir bulunurdu. Av köpekleriyle doğan, atmaca vs. gibi av kuşlarına bakan ve hükümdar ava gittiği zaman beraberinde bulunup hizmet eden grubun emirine “emîr-i şikâr” denilmektedir. Bu görevi I. Alâeddin Keykubat zamanında Sadeddin Köpek, III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Kılavuzoğlu yapmışlardı. Bu emirlerin mahiyetinde önemli miktarda avcı bulunurdu.
Emir-i Devat: Selçuklularda büyük divanda vezaret alameti olan diviti taşıyan ve muhafaza eden, mahrem evrakı yazıp koruyan memura “emîr-i devât” denilmektedir. Emir-i devat, dış ülkeler ile yapılan anlaşmalarda da bulunur ve görevi orada da icra ederdi. I. İzzeddin Keykavus’un ilk zamanlarda Sahip Ziyaeddin Kara Arslan emir-i devat idi.
Taştdar ve Şarabdar: Selçuklu sarayındaki ibrikçiye “taşt-dâr” denilmektedir. Taşt, “leğen” demek olup, hükümdar yemeğe otururken veya yemek yedikten sonra elini yıkarken yahut abdest alırken önüne leğen, ibrik getirip hizmet eden hademedir. Bunun emri altında taşthane denilen yerde gerek el gerekse kumaş yıkamaya mahsus leğenlerden başka, hükümdarın kılıç, elbise, çizme, oda takımları, yastık vs. bulunurdu. Taştdarın hizmetinde bütün bu işler için hademeler bulunurdu. Hükümdarlar seferlere taştdarları da götürürlerdi. Şarabdar da Selçuklu sarayında bir görevli idi. Saraydaki şarabhane-i sultan veya sadece şarabhane denilen ve hükümdara ait meşrubatı muhafazaya memur daire veya kiler hademelerinin amirine şarabdar veya şarabsalar ismi verilmiştir.
Emir-i Mahfil: Sarayın teşrifat amiridir. “Muarrif” de denilen emir-i mahfil; resmî kabullerde Selçuklu sultanının huzuruna alınacak kişileri, kabule katılanları yüksek sesle tek tek tanıtır, protokol sırasına göre alınmasını sağlar ve protokol sırasına göre oturturdu. Cuma ve bayram namazı çıkışında, Osmanlı sarayındaki alkışçı başının görevine benzer bir vazife görür, merasim sonunda Farsça dua ederdi. Resmî cenaze merasimlerinde ise cenazeye katılan ümeranın isim ve lakabını söyleyerek dua ederdi. Mevlâna’nın cenaze töreninde Emir-i Meydan Kemaleddin: “Bismillah Hoca Sadedin (Konevi olmalı), merhaba Ahi Bedreddin, bismillah Kemaleddin, hoş geldin Mevlâna Seyfeddin…” şeklinde cenazeye katılan ileri gelenleri takdim ederek cenaze merasimini idare etmiştir. Emir-i mahfil olarak ismi geçenler arasında en meşhuru Kemaleddin’dir. Ali b. Muhammed el-Mervezi ismindeki bir şahıs, Celaleddin Karatay vakfiyesi ile II. İzzeddin Keykavus’un mülknamesinde emir-i mahfil olarak geçmektedir.
Emir-i Meydan: Emir-i meydanın ne iş yaptığı tam olarak bilinmemektedir. Steingass bunu “cesur bir şampiyon” olarak tanımlar. Bu görevli ya akrobasi veya spor müsabakalarının organizasyonundan yahut da sultanın birinci derecede korumasından sorumluydu. II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde emir-i meydan olan Emir Hüsameddin, daha sonra Elbistan subaşılığına atanmıştır. II. İzzeddin Keykavus 1256 yılında Moğollara mağlup olduktan sonra Antalya’ya kaçarken yanında bulunanlardan biri de emir-i meydan idi.
Bunların dışında haklarında çok az bilgi bulunan başka emirler de bulunmaktadır. Sultanın huzuruna alınan devlet büyüklerini rütbelerine göre oturtan, bugünkü anlamda protokol amirlerinin görevini yapan bir emir vardı ki bunlara emir-i bar denilirdi. Bar, kabul anlamına geldiğine göre emir-i bar da kabul emiri olmaktaydı.
Uzun bir dönem Selçuklu sarayında görev yapan bu emirlerin ilk olarak ortaya çıktığı dönem I. Gıyaseddin Keykavus dönemidir. Çoğunluğu devşirme olan ve gulamhaneden özenle seçilen bu isimler, zamanla sarayda emirlik makamına kadar yükseliyorlardı. I. Alâeddin Keykubat döneminde ise artık bütün alanlarda emirlerin görev yaptığı görülmektedir. Bu dönem içinde Selçukluların siyasi ve askerî hayatında öne çıkan hemen bütün devlet adamları, saraydaki bu hizmetler içinde yetişmişlerdir. I. Alâeddin Keykubat döneminden sonra özellikle de “Üçlü Saltanat Dönemi”nde emirler iyice azalmışlardır. Moğol işgali Anadolu’da emirlik kurumunu da etkilemiş, Selçukluların artık bir Moğol vassalı olduğu dönemde önemini tamamen kaybetmiş, III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamen ortadan kalkmıştır.
Türkiye Selçuklu Devleti’ne Büyük Selçuklulardan geçtiği anlaşılan emirlik kurumu daha sonraki dönemlerde devamlı bir kurumluk hâline gelmiştir.