Müzeler, genel bir ifadeyle, geçmiş çağların yaşam biçimini, bilim, teknik ve sanat anlayışını ortaya koyan eserleri koruma altına alarak, değerinden bir şey kaybettirmeden geleceğe aktarabilmek amacını taşımaktadır. (Batur, 1995, 1472). Bu amaçla dünya üzerinde halka açık olarak düzenlenmiş ilk müzenin 1683 yılında İngiltere’de Oxford kentinde Ashmolean adıyla kurulduğu bilinmektedir. Bu müzede Yunan, Roma ve doğu medeniyetleriyle ilgili bir takım kalıntılar bulunmaktaydı. (Yücel, 1973, 61). Daha sonraları Fransa’da 1750’de Luxenburg Müzesi ve 1793 yılında, Fransız İhtilali sırasında Krallık Sarayı’ndan toplanan eşyalarla oluşturulan Louvre Müzesi açılmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nde benzer girişimlerin yapılması için XIX. yüzyılı beklemek gerekecektir.(Halil Edhem, 1932, 530; Atasoy, 1995, 1458; Yücel, 1984, 39).
Osmanlı müzeciliğinin temeli eski eser koleksiyonlarının değerlendirilmesi ya da daha geniş bir kitleye açılması fikrinden çok, bunların korunması anlayışı doğrultusunda atılmıştır. (Özkasım-Ögel, 2005, 98). Bu dönemlerde Avrupa’daki müzelerin zenginliği, özellikle Osmanlı topraklarındaki eserlerin yağmalanmasıyla orantılı olarak artarken, bu çalınma ve yağmalanma olayları Osmanlı Devleti’nde modern müzeciliğin gelişmesi ve eski eserler hakkında bazı düzenlemelerin yapılması sürecini ortaya çıkarmıştır (Karaduman, 1999, 7; Aytekin, 1997, 53). Bunun sonucu olarak, Osmanlı Devleti’nde ilk müze, Sultan Abdülmecit’in padişahlığı döneminde (1839-1861), 1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın, eski eserleri toplaması ile oluşturulmuştur (Halil Edhem, 1929, 5). Böylece 1846 yılından itibaren Darphane-i Amire yakınlarında olan ve Ayasofya Camii’nin arka tarafında bulunan ve o zamana kadar Harbiye Ambarı (BOA, A. MKT. MHM, Nu. 471/11) olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi’nde Mecmua-i Esliha-i Atika ve Mecma-i Asar-ı Atika adında iki bölümden oluşan ilk Osmanlı müzesi kurulmuştur (Atasoy, 1995, 1458; Öz, 1949, 1).
Tanzimat’ın ilanından sonra, Osmanlı vilayet yöneticileri ve ahali arasında da eski eser konusunda hassasiyetin oluşmaya başladığı görülmektedir. Diğer taraftan, Osmanlı taşrasında görev yapan bazı yöneticiler dahi bu konuya katkı sağlamışlar ve örnek oluşturmuşlardır. Eski eserler konusunda merkezin gösterdiği çabalara en yakın ilgiyi gösteren vilayetlerden biri de Konya vilayeti yöneticileridir. Daha 1869 yılında valilere gönderilen, vilayetleri dâhilindeki eski eserleri toplattırmaları, bunları kırılmayacak şekilde iyice paketleyip sandıklayarak İstanbul’a göndermeleri yönündeki genelgeden hemen sonra, Konya Valisi Abdurrahman Paşa’nın da vilayet dâhilindeki eserleri İstanbul’a gönderdiği ve bu konuda en gayretli idarecilerden olduğu anlaşılmaktadır (Eyice, 1985, 1598; Ogan, 1947, 9). Bu hassasiyetlerin bir sonucu olarak, söz edilen dönemden itibaren merkeze gönderilmeye değer bulunamayan eski eserlerin Konya’da muhafaza edildiği görülmektedir. Eski eserler başlangıçta Alâeddin Tepesi’nde bulunan Alâeddin Camii ve Selçuklu Sultanları Türbesi’nde ve daha sonraları Kadri Efendi Bedesteni’nde depolanmıştır (Karaduman, 2005, 136; Bakırcı, 2002, 94). Bu çalışmaların Konya’da müzeciliğin ilk adımını oluşturduğu söylenebilir.
Bu gayretler eski eser korumacılığına güzel bir örnek olarak gösterilebilirse de Konya vilayetinde modern manada müzecilik çalışmaları ancak XIX. yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. Eski eserlerin depolandığı Kadri Efendi Bedesteni, Avlonyalı Ferit Paşa’nın Konya valisi olduğu dönemde gerçekleştirdiği imar faaliyetleri kapsamında, harap hâlde bulunduğu 1898 yılında yıktırılmış ve yerine Konya Sanayi Mektebi inşa edilmiştir (Baş-Bozkurt, 2003, 514). Ayrıca 1899 yılında Avlonyalı Ferit Paşa tarafından Konya İdadisi avlusu içinde bir müze binası yaptırılarak, Bedestenin içinde muhafaza edilen eski eserler, müze binasına nakledilmiştir (Önder, 1971, 387; Baştak, 1939, 1570-71).
1899 yılında Avlonyalı Ferit Paşa tarafından yaptırılan müze, Konya Mekteb-i İdadisinin bahçesinde Müze-i Hümayun’un Konya şubesi olarak aynı yıl hizmete açılmıştır (KVS, 1317/1899, 64). Müzenin kuruluşu tamamlandıktan sonra Vali Ferit Paşa tarafından vilayet dâhilindeki kazalara bir genelge gönderilmiştir. 7 Ağustos 1899 tarihli bu genelgede, “Konya’da, Müze-i Hümayûn’un bir şubesi olmak üzere büyük bir masrafla mükemmel bir müze” inşa edildiği bildirilmektedir (BOA, Y.PRK. UM, Nu. 47/75; DH. TMIK. S, 26/51).
Ferit Paşa, müzenin inşa edilmesini eski eserlerin korunması için önemli bir merhale olarak görmektedir. Paşa, vilayet dâhilindeki bütün kazalara gönderdiği genelge ile vilayet dâhilindeki yöneticilere bu konuda önemli uyarılarda bulunmuştur. Ferit Paşa, bu genelgede: Her ne kadar vilayet dâhilinde birçok eski eser elde edilerek müzede teşhiri kararlaştırılmış ise de müzenin sadece merkez vilayete mahsus olmayıp, vilayetin her tarafında bulunan eski eserlerin bir mahalde bulundurulması açısından birçok fayda sağlayacağını ifade etmiştir. Bu sebeple: “Mahallî hükümetlerce bulunan eserlerden nakledilebilecek olanların hemen Konya’ya gönderilmesi ve nakledilemeyecek olanların ise yerinde muhafaza edilmesine dikkat ve itina gösterilmesini” istemiştir. Ferit Paşa, ayrıca: “Nakledilmeyecek olan eserler hakkında derhal malumat ve izahat yapılması ve bundan başka ellerinde eski eser bulunanların teşvik edilerek ve kendi rızalarıyla müzeye hediye etmeleri hâlinde memnun olunacağının ve isimlerinin dahi gerek gazetelerde ve gerekse müzede sergilenen eser üzerinde ilan edileceğinin kendilerine tebliğ edilmesi” gerektiğini de belirtmiştir. Son olarak Ferit Paşa, asar-ı atika nizamnamelerinin hakkıyla mütalaa edilerek hükümlerinin icra edilmesine ve yurt dışına çıkarılması veya tahrip edilmesinin önüne geçilmesine son derece itina gösterilmesi gerektiğini, böylece eski eserlerin mükemmel bir şekilde muhafaza edilmelerinin mümkün olacağını da ifade etmiştir (BOA, Y.PRK.UM, Nu. 47/75).
1899 yılı Ağustos ayı içerisinde tamamlandığı anlaşılan müze binasına, bu tarihten itibaren eski eserler nakledilip yerleştirilmeye başlanmıştır (R 1332 tarihli Konya Vilayeti Salnamesi’nde müzenin eser listesine yer verilmektedir. Bu cetvelde ilk kayıt 20 Mayıs 1899 tarihlidir). Müzeye nakledilen eserlerin bir kısmı, bu tarihe kadar Konya vilayeti dâhilinde Bedesten’de depolanmakta olan eserlerden, bir kısmı da bu süreçte vilayetlerden toplanmış olan eserlerden oluşmaktadır. Nitekim müze binasının tamamlanmasından sonra, vilayet dâhilindeki kazalara müzenin kurulduğunu ilan ve eski eserlerin merkeze gönderilmesi gerektiğini ifade eden genelgeden sonra, vilayet dâhilindeki kazalardan vilayet merkezindeki müzeye eski eserler gönderilmeye başlanmıştır. Hatta bu tür girişimlerde bulunan kişilerin de topluma örnek olmaları açısından taltif edildikleri anlaşılmaktadır (BOA, MF. MKT. Nu. 471/55).
Gerek Bedesten’de depolanan ve gerekse müzenin inşa edilme aşamasında vilayet dâhilindeki kazalardan gönderilen eski eserlerin bir araya getirilmesi neticesinde, 1899 yılı Aralık ayı başlarına kadar, Konya Asar-ı Atika Müzesi’ndeki eser sayısı 60-70 parçaya ulaşmıştır. Nihayet müzede yapılan tefrişat sonucunda, Konya İdadisi inşaatının da tamamlanması vesilesiyle, Konya Asar-ı Atika Müzesi’nin açılışı 10 Aralık 1899 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda Konya İdadisinin de açılışının gerçekleştirildiği bu törene Konya Valisi Ferit Paşa, hükümet memurları, ilmiye mensupları, askerî ve mülki erkân, Konya eşraf ve ileri gelenleri ile pek çok ahali iştirak etmiştir. Müze-i Hümayun Konya Şubesi’nin açılışı vesilesiyle, bu konuda büyük gayreti bulunan Konya Maarif Müdürü Azmi Bey tarafından Maarif Nezaretine bir telgraf gönderilmek suretiyle açılış töreni hakkında bilgi verilmiştir (BOA, MF. MKT, Nu. 482/8).
Mehmet Muhlis (Koner)’in tasviriyle: “Müze binasına, Konya İdadisinin bahçe kapısından içeri girildikten sonra kapının sol tarafında yer alan bir yol vasıtasıyla ulaşılmaktadır. Bu yolun kenarlarında sağlı sollu sıralanmış, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait yazılı veya resimli eski taşlar ve heykel parçaları yer almaktadır. Müze binası İdadiden bağımsız ve müstakil bir yapı olup, tek odası bulunmasına rağmen devrine göre oldukça geniş ama yetersiz gelmektedir”. Binanın içerisinde vilayetin muhtelif yerlerinde bulunmuş olan eserlerin sergilendiği anlaşılmaktadır (Ferit vd., 1339, 79-80). Zamanla müzeye Konya ve çevresinden derlenen İslam öncesi devirlere ait sunaklar, kap-kacaklar, taş eserler Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait kitabeler, Konya Kalesi’nden intikal eden resimli taş kabartmaları ve işlemeli mezar taşları da getirilmiştir (Önder, 1982, 1). Bu küçük müze binası eserlerin teşhiri için yeterli gelmediğinden, eski binanın kuzeyine 1924 yılında bir oda daha ilave edilmiştir. Ancak, bu hâliyle dahi Konya Müzesi, ihtiyacı karşılayamaz durumdadır (Erdemir, 2007, 13).
Günümüzde müze fonksiyonu bulunmayan yapı, Büyükşehir Belediyesi tarafından Beşyol Kavşağı’nı genişletme çalışmaları çerçevesinde yerinden kaldırılıp biraz kuzeye, Karma İlköğretim Okulu bahçesinin güneybatı köşesine, aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiştir. Yüksek bir su basmanı üzerinde tek katlı olarak inşa edilen yapının güney bölümü, yaklaşık 5,80x9,25 m ölçülerinde yamuk dikdörtgen planlıdır. Kuzeydeki ek bölüm ise 5,80x8,65 m ölçülerinde düzgün dikdörtgen plana sahiptir (Duran, 2006, 245). Müze binasının cephesinin ortasında yuvarlak kemerli bir kapı ve dokuz pencere yer almaktadır. Kapı üzerindeki inşa kitabesi bugün Konya Müzesi’nde sergilenmektedir (Kitabe, Konya Mevlâna Müzesi, envanter Nu. 984’de kayıtlıdır). 1,00x0,57 cm ölçülerindeki taş üzerine kufi hatlı kitabe şöyledir: “Müze-i Hümâyun Şubesi Saferü’l-hayr 1317”.
1924 yılında binanın kuzeyine eklenen ikinci odanın üzerinde yer alan ve kufi hatlı ikinci kitabe de şöyledir: “Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi, 1340-1317”.
Anlaşılan ikinci kitabede, müzenin hem ilk yapılış tarihi olan 1899 yılı hem de ek binanın yapıldığı 1924 yılı belirtilmiştir (Cirtil, 2005, 127).
Konya İdadisinin bahçesinde inşa edilen Konya’nın ilk resmî müzesinin müdürlüğüne tarih öğretmeni Mustafa Halit Bey getirilmiştir. Uzun bir süre görev yapan Halit Bey’den sonra yerine 1925 yılında Naci Fikret (Baştak) atanmıştır. Ancak 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte, Konya Mevlâna Dergâhı 6 Nisan 1926 tarih ve 3426 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla müzeye çevrilmiştir (Karpuz, 2003, 343). Nihayet 2 Mart 1927 yılında Asar-ı Atika Müzesi olarak açılışı yapılan müzenin adı, 1953 yılında eski eserlerin İplikçi Camii’ne nakledilmesi ile Mevlâna Müzesi olarak değiştirilmiştir. Bazı kaynaklarda İplikçi Camii’ne eski eserlerin 1951, bazılarında 1953 yılında aktarıldığı ifade edilmektedir (Bakırcı, 2002, 94-96; Ermişler, 1982, 26). İplikçi Camii’nin 1960 yılında ibadete açılmasıyla, Mevlâna Dergâhı’nın avlusuna taşınan eski eserler, daha sonra 1962 yılında tamamlanan Arkeoloji Müzesi’ne nakledilmiştir (KİY, 1967, 167).
Diğer taraftan bazı kaynaklarda Konya Eski Eserler Müzesi’nin açılış tarihi 1901 veya 1902 olarak da verilmektedir (Önder, 1982, 1; Bakırcı, 2002, 94-96; Gözüm, 2002, 130). Ancak, gerek arşiv belgeleri ve gerekse müzeye ait olan kitabenin tarihinden Konya Asar-ı Atika Müzesi’nin 1899 yılında yapıldığı kesin olarak anlaşılmakta; hatta müzenin resmî açılışının da 1899 yılı sonunda yapıldığı görülmektedir (BOA, MF. MKT, Nu. 482/8; DH. TMIK. S, 26/51). Bu durumda, diğer müzelerin bilinen kuruluş tarihleri de dikkate alındığında İstanbul’daki Müze-i Hümayun’dan sonra Anadolu’da açılan ilk eski eser müzesinin Konya Müzesi olduğu anlaşılmaktadır.