Adı Ahmet, lâkabı Şemseddin olup, yıldız bilimi (felekiyat) ile uğraştığı için “Eflâkî” mahlasını almış ve genel olarak bu adla anılmış; Ulu Arif Çelebi’ye* intisabından dolayı “Ârifî”, Mevleviler arasında da Eflaki Dede olarak tanınmıştır. Sahih Dede, Eflaki’nin doğum tarihini 649/1250 olarak belirtse de yanlıştır. Yine ailesi ve hayatı hakkında kesin ve ayrıntılı bilgi bulunmayan Eflaki’nin, Mevlâna’nın babası Bahâeddin Veled’in talebelerinden Konyalı Ahi Natur’un oğlu olduğu Sakıp ve Sahih Dedeler tarafından belirtilse de hatta Mevlevilik tarihinin ilk kaynaklarından kendi eseri Menâkibü’l-ârifîn’de de Ahi Natur adı anılsa da bu bilgiyi doğrulayıcı başka bir belge yoktur. Yazar, eserinde babasının adını belirtmeden Özbek Han’ın sarayında görevli ünlü ve zengin bir zat olduğunu ve Ulu Arif Çelebi ile bir seyahatlerinde vefat haberini aldığını söyler.
1290’lı yıllarda Konya’ya gelerek Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’le* görüşen Eflaki’nin bu döneme kadar olan hayatıyla ilgili elde bilgi mevcut değildir. Eserinde de kendisi ile ilgili bilgi vermeyen yazar, muhtemelen Sultan Veled’in Hakk’a yürümesinden sonra (1312) oğlu Ulu Arif Çelebi’nin Mevlevilik yolunun başına geçmesiyle onun müridi olduğu anlaşılmaktadır. Yazarın Menâkıbü’l-ârifîn’de, Çelebi’nin, babası Sultan Veled’in makamda bulunduğu sıralarda yaptığı seyahatleri ravilerin dilinden aktarması da bu kanaati kuvvetlendirmektedir. Eflaki, Ulu Arif Çelebi’nin makamda bulunduğu yedi yıl süre içerisinde (1312-1319) onun hizmetinde bulunmuş, Kayseri, Sivas, Bayburt, Kütahya ve Tokat gibi Anadolu’nun birçok şehrine ve Tebriz’e yaptığı seyahatlere katılmış, oralarda yaşanan olayları not almıştır. Çelebi’nin bu kayıtlarından haberdar olması üzerine de 717/1317 yılında onun isteğiyle Lâdik’te (Denizli) bulundukları sırada yukarıda anılan eserini yazma emrini almış ve bir yıl sonra da daha sonra detaylı olarak kaleme alacağı eserini tamamlamıştır. Sık sık yapılan seyahatler haricinde Çelebi ile Konya’da bulunduğu zamanlarda Mevlâna Dergâhı’nın hizmetinde bulunan Eflaki, zaman zaman kendisine “Şeyh Eflâkî” diye hitap eden Çelebi’nin ev işlerine yardımcı olacak, hatta evini süpürecek kadar ona yakın ve bir o kadar da tevazu sahibidir.
Çelebi’nin Hakk’a yürümesinden sonra (1319) yerine geçen kardeşi Şemseddin Abid Çelebi’ye (ö. 1338) intisap eden Eflaki, bu tarihten itibaren bir taraftan Dergâh’ın türbedarlığını ve hizmetini yerine getirirken, diğer taraftan onunla da seyahatlere katılmış ve Bahâeddin Veled’den başlayarak Abid Çelebi’ye kadar olan Mevlevi silsilesinin menkıbelerini topladığı on bölümlük Menâkıbü’l-ârifîn’ini kaleme almaya devam etmiştir. Eflaki’nin yirmi yıl meşihatta bulunduktan sonra Hakk’a yürüyen Abid Çelebi’den sonra eserini bitirdiği tarih olan 754/1358 yılına kadar olan yaklaşık yirmi yıllık dönemdeki Mevlâna ahfadının ve makamda bulunan Vacit Çelebi (ö. 1342), Emir Âlim Çelebi (ö. 1350) ve Emir Âdil Çelebi’yi (ö. 1368) sadece isim olarak anıp yaptıkları işler hakkında bilgi vermemesini bir kenara çekilip eserini tamamlamaya çalışması, olarak nitelemek mümkündür.
Sakıp Dede’nin kaydıyla Ulu Arif Çelebi’ye intisap etmeden önce yıldız ilmiyle uğraştığı, Alâeddin Tepesi’nde bulunan rasathanenin müdürlüğünü yaptığı, kimya ve Yunanca dersler aldığı belirtilen Eflaki’nin bu konularda kendi eserinde bilgi yer almazken, elimizde bulunan az sayıdaki şiirlerinden de bir şair olarak nitelenip nitelenemeyeceği tartışma konusudur. Yine Eflaki’nin Mevlâna Türbesi’nin mimarı Bedreddin Tebrizî ve Nizameddin Erzincanî’den dersler aldığı kesin olmayan ve değerlendirilmesi gereken bilgiler arasındadır. Eflaki, kendisinin tanınmasına ve yüzyıllar boyu Mevleviler nezdinde saygı ile anılmasına sebep olan eserinde ders aldığı kişiler arasında, Türbe’nin mesnevihanı Siraceddin’i anar ve Mesnevî’nin kâtibi Hüsameddin Çelebi’nin halifelerinden Alâeddin Çelebi ile ders arkadaşlığı yaptığını belirtir.
Daha önce belirtildiği gibi elimizde az sayıda (dört adet) şiiri bulunan Eflaki, Menâkıbü’l-ârifîn’i Farsça kaleme alırken bu şiirlerinde Türkçeyi kullanır. Bu şiirlerinde “Eflâkî” mahlasını kullanan yazar-şairin, Ulu Arif Çelebi’ye bağlılığını dile getirmesi de ona olan sevgisinin üstün seviyesini göstermektedir. Eflaki, şiirlerinden birinde Mevlâna’yı, ikisinde Ulu Arif Çelebi’yi ve mahlas kullanmadan yazdığı:
Ey ki hezâr âferîn bû nice sultan olur
Kulu olan kişiler hüsrev u hakân olur
…
Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bây olur bây ise sultân olur
şiirinde de Sultan Veled’i övmüş ve ilk ve son beyti nakledilen bu şiirinin Mevlevi ayinlerinde okunması gelenek haline gelmiştir.
Ulu Arif Çelebi’ye bağlılığını her fırsatta dile getiren Eflaki, onun “Mesnevî ve sema ile meşgul ol, dergâhın hizmetinde bulun” sözünü düstur olarak kabul eder ve 30 Recep 761/15 Haziran 1360 günü vefatına kadar bu işlerle meşgul olarak meşhur eserini tamamlar. Sahih Ahmet Dede’ye göre de Dergâh’ta “Mesnevihan” makamına oturur. Vefatında Türbe civarında bir yere defnedilen Eflaki’nin mezarının yeri tam olarak bilinemezken, mezar taşı Türbe yakınında bir evin bahçesinde bulunur ve 1929 yılında Mevlâna Müzesi’ne getirilerek muhafaza edilir. Mezar taşındaki Arapça ibarede yer alan sözlerin Türkçe çevirisi ise şöyledir:
“Baki olan Allah’tır. Büyük bilgin, her şeyi gereğince bilip haber veren, zamanının eşsiz, asrının tek âlimi, rahmete mazhar olmuş ve suçları örtülüp yarlıganmış olan, Arif’e mensup Eflaki, 761 yılı Recebinin sonuncu Pazartesi günü yokluk evinden varlık yurduna göçtü. Allah onu rahmetine ulaştırsın, suçlarını yarlıgasın.”