Konya’da doğdu. Şeyh Muhammed Bahaeddin Efendi’nin* üç oğlunun en küçüğüdür. Babası ve amcası Hasan Kutsi’de başladığı tahsilini İstanbul ve taşrada geliştirdi. İcazetini amcası Hasan Kutsi’den aldı. Madde ve mana ilimlerini kendisinde topladı.
Kütüb-i Sitte hafızı olan Ahmed Ziya Efendi deha derecesinde bir zekâya sahipti. İlk olarak babasının müderris olduğu Bekir Sami Paşa Medresesinde ders vermeye başladı Kardeşleri ile birlikte bozulup çöken eski medreselerin ıslahı için çalıştı ve 1909 yılında Islah-ı Medaris-i İslamiye adıyla modern bir medrese kurdu. Bu medresede akli ve nakli ilimlerin birlikte öğretilmesi düşüncesinin güzel bir örneğini sergiledi. Eğitimi, bugünkü yüksek tahsil seviyesinde olan medresede dinî ilimler yanında fizik, kimya ve kozmografya gibi fen derslerini okuttu.
Beynelmilel bir ilim adamı olan Ahmed Ziya Efendi’nin ilim tahsili için sarf ettiği şu sözleri çok dikkat çekicidir: “Bir fenni tahsil edecek kimse uyanık ve dikkatli olmalı, basiretle çalışmalıdır. Önce o fennin neden bahsettiğini, ne semere vereceğini ve neden ibaret olduğunu bilerek hareket etmeli ve ona göre hedef belirlemelidir.” (Arabacı, 1998, 528)
Hukuk Mektebinde de İslam hukuku dersleri veren Ziya Efendi, Türkçe, Arapça ve Farsçaya hâkimdi. Bu üç dilde de şiirler yazdı. Onun Arapça olarak yazdığı Kaside-i Ziyaiyye (Dâliyye)’si oldukça tanınmıştır.
Ziya Efendi yirmiye yakın kitap yazdı. Kavaid-i Külliye Şerhi, Emali’l-Feraiz, Emali’l-Vasaya, Kaside-i Lâmiyye bunlardan bazılarıdır.
İlmî yazıların dışında siyasi yazılar da kaleme aldı. Konya’da yayımlanan Anadolu gazetesinde yazarlık, İntibah gazetesinde başyazarlık yaptı.
Ziya Efendi birçok talebe yetiştirdi. Bunların en meşhurları; Ali Kutsi Efendi, Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu ve Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’dır. Kardeşi, Hürriyet ve İhtilaf Partisinin yöneticilerinden Zeynelabidin Efendi II. Meşrutiyet Dönemi Konya mebusudur.
Ahmed Ziya Efendi ve ailesi Delibaşı Olayı’ndan sonra Konya’dan ayrılıp Mekke’ye yerleşti. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonraki yıllarda Mekke’de toplanan İslam âlimleri onu sadaret makamına getirdi.
Azime Hanım’la evli olan Ziya Efendi’nin Bedriye adındaki tek bir kızı yirmi yaşlarında bekâr olarak vefat ettiği için soyu devam etmedi. Kendisi de 1339/1923 yılı Ramazan Bayramı haftasında (9 Şevval/25 Mayıs günü) Mekke’de güneş çarpası sonucu hastalanıp vefat etti. Mekke Şerifi Hüseyin, Cennetülmuallâ’da, Hz. Hatice’nin yanında, kendisi için hazırlattığı kabre Ziya Efendi’yi defnettirdi.
KASİDE-İ ZİYÂİYYE TERCÜMESİ
Uğrarsan Medine’ye Allah için ey saba!
Sun Habib-i Huda’ya benden de bin merhaba.
Divan durup önünde sunarken selamımı,
Arzın nebatlarınca arz et ihtiramımı,
Eyvah sürerse böyle hirmanım hem hasretim!
Gönlüm yanar bu gamla, büyür derd ü mihnetim.
Şevkin sürükledikçe kalbim muttasıl yanar;
Estikçe taybeden bana bir şemme ruzigâr.
Varmaya huzuruna şevk ile feryat etsem,
Cehlinde kınayanlar, derler bunamış adam!
Gönlümü bilmediler hayli muzdarip yine,
Azm ü sefer edince ehibba Medine’ye.
Gözlerim iki pınar, yaşlar aynı leâli,
Fasl-ı bahar içinde sanki dolu misali.
Yahut çorak toprağa sağanak yüklü yağış;
Gözlerden çehrem üzre sel gibi coşkun akış.
Gözyaşları andırır bazı reng-i laleyi,
Şiddetlenip tortusun hamrın attığı gibi.
Kavmim! Cünun-ı aşk ile ben hastayım meğer
Kumlarda yuvarlanayım bir terk edin yeter.
Yüzüm sürüp toprağına hayru’l-halaikin
Yok azığım yarına, ağlayım için için!
Ol günde faydası yok ne malın ne evladın
Şefaatin umarım Server-i Kâinatın.
Kervan kalktı ben yine mahpusum, muzdaripim,
Elimden tut Ya Rasülallah! Ya Senedi.
Kavmin peşinde hıçkırırım bir boğuk gibi,
Hıngıldarım beşikte deprenir çocuk gibi.
İhsan u lütfünü hem, kerem bahşedip bize
Ya Nebi ya Senedi! Şefaat hepimize.
Sensin atası halkı baştanbaşa kuşatan
Ümitle koşuşuyorlar, yakından hem uzaktan.
Dünya şeref bulunca vücudunla ey emin!
Kovdu küfrü zulmeti o hidayet güneşin.
Nusret eyle kuluna gark-ı kebair yine
Nusret etti rabbimiz sana Bedr ü Uhut’ta
Vesvese verip nefsim, haddi aştı günahım.
Kenar-ı nardayım ah! Tut kollarımı şahım!
Hep masiyet işledim tövbe de edemedim
Bir de n’olaydı anam doğurmayaydı dedim
Nefsim tuğyan ettikçe kime şekva edeyim?
Hiç senden özge var mı? melceim, mutemedim!
Mahşerde susarsam ateş-i masiyetimden
Kevser’im işte Ziya. İç ve kan serinle de.
Behaim koşuştukça hep kuşlar, şevk ile aleddevam
Hazin bülbül sec’ile feryat ettikçe müdam.
Gözyaşı âşıkların, sanki selsebil misal
Arttıkça pür- hararet, coştukça aynı zülal.
Salatü selam ona, rızana erdir bizi
Sayılara sığmayan lütfün ile ilahi.
Ehl ü beyti Tabiin, hem dahi Ashabına
Rahmet eyle akıbette, bizi şad et Rabbena!
Tercüme: İlhan Armutçuoğlu