SEVÂKIBU’L-MENÂKIB-I EVLİYÂULLAH

Mevlevîlik tarihi üzerine önemli bir kaynak eser.

Mevlevilik tarihinin en eski kaynaklarından olan Menâkıbu’l-ârifîn, tarih boyunca özellikle Mevleviler arasında hep okunmuş, Mevlevihanelerde okunması tavsiye edilmiş; ancak nakledilen olayların doğruluğundan şüphe edilmesi sebebiyle birçok kişi tarafından menkıbevi ve yanlış olarak değerlendirilen veya mübalağaya kaçan olaylardan arındırılarak özet-seçki hâlinde istinsah edilmiş, alıntılar yapılarak Osmanlı Türkçesine çevrilmiştir. Bu tarzda yapılan çalışmalar eserin tam metninden daha çok ilgi görmüştür. Bunlar arasında Abdülvahhab el-Hemedani (es-Sabuni) tarafından Farsça olarak yapılan Sevâkıbü’l-menâkıb-ı Evliyâullah adlı seçki en tanınmışlardandır. Daha çok Türkiye sahasında bilinen ve bugün itibariyle yetmişin üzerinde yazma nüshası tespit edilen Sevâkıbu’l-menâkıb Mevlevilik tarihinin temel kaynaklarından biridir.

Eserin müellifinin asıl adı Abdülvehhab olup Hemedanlıdır. Babası Celaleddin Muhammed, Nakşî şeyhi olduğu için, kendisi de Nakşibendî tarikatının büyüklerinin yanında yetişti. Şah Tahmasp (H 930-984)’ın Hemedan’ı aldıktan sonra Sünnilere karşı baskıcı uygulamaları sonucu birçok âlim gibi ülkeyi terk etmek zorunda kalan Abdülvehhab, Kınalızade’ye göre önce Anadolu’ya; Esrar Dede’ye göre ise Mısır’a gitti ve burada zamanın Mevlevi şeyhi Abdülcelil Efendi’ye intisap etti. Şeyhinin vefatı üzerine kendisine meşihat makamı teklifi yapıldığı hâlde, uzleti sevdiği için bu teklifi reddetti.

Eserini tamamladığı 947 (1540) yılında Kahire’de bulunduğu anlaşılan Hemedani, daha sonra Medine’ye gitti ve orada vefat etti (954/1547).

Nevâ-yı Hurûs, Sırât-ı Müstakîm, Mu’ammiyât-ı Esmâü’l-Hüsnâ gibi eserleri de varsa da asıl mühim eseri Sevâkıbu’l-Menâkıb isimli eseridir. Eserde Eflaki’nin Menâkıbu’l-ârifîn’i temel alınmakla beraber, eserdeki şeriatın zahirine aykırı kısımlar çıkarılmış, yer yer yeni bilgiler eklenip, özetlenerek Farsça olarak yeniden kaleme alınmıştır. 1540’ta tamamlanan eser, bir mukaddime ile her birine “zikr” adı verilen dokuz bölümden oluşmaktadır ve her bir zikir Bahaeddin Veled, Mevlâna, Şems-i Tebrizî, Selahaddin-i Zerkup, Çelebi Hüsameddin, Sultan Bahaeddin, Çelebi Arif, Şemseddin Emir Çelebi gibi Mevlevi büyüklerine ayrılmıştır.

Eserin birçok yazmaları arasında 1577’de yazılmış olan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüsha (Emanet Hazinesi, Nu. 1194) nadide bir eserdir. Eser, yazıldıktan kısa bir süre sonra Türkçeye çevrilmiştir. Bu tercümelerden ilki Kanuni’ye sunulan ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde iki nüshası bulunan (Halet Efendi ilavesi, Nu. 49 ve 50) Derviş Halil Senai’ye aittir. Mesnevihan Derviş Mahmut Dede’ye ait olan ikinci tercüme ise Konya’da tamamlanmıştır (1590). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüsha (Revan, Nu. 1479) minyatürleriyle birlikte Mevlâna’dan Hâtıralar: Sevâkıb-ı Menâkıb adıyla A. Süheyl Ünver tarafından neşredilmiştir (1973).

Dokuz bölümden oluşan ve sonunda da bir hatime bulunana Sevâkıbu’l-menâkıb-ı Evliyâullah’ın Mukaddime’sinde eserin telif ediliş amacı ve eser hakkında özet bilgiler verilmektedir.

Altı alt bölümden oluşan I. Bölüm’de Sultanülülema’nın nesebi, çocukluğundan yetişkinliğine kadar olan hayatı, tarikat silsilesi, “Sultânü’l-ulemâ” lakabını alışı, Belh’ten göç etmesi, kerametleri ve vefatı anlatılmaktadır.

II. Bölüm Burhaneddin Muhakkik’e ayrılmıştır.

Her babı iki fasıldan ibaret on baptan oluşan III. Bölüm ise Hz. Mevlâna’ya ayrılmıştır. Bu bölümde Mevlâna’nın doğumu, çocukluğu, ona “Hüdâvendigâr” lakabının verilişi, etrafındakilerin kendisine ait görüşleri, müritlik silsilesi, Şems ile buluşması, onun tasavvuf eğitimi, riyazatları, zikir, evrat, dua ve ibadetleri, manevi tekâmülü, ahlakla ilgili söylediği sözler, velilerle sohbetin önemi, müritlerin adabı ve erkânı, onun pak düşünceleri, keşif ve kerametleri, istiğrakı, neşesi ve gönül genişliği, sema ile ilgili düşünceleri, âlemi aydınlatan düşünceleri, nasihatleri, cimriliğin kötülüğü ve kınanması, nükteleri, evliyayı inkâr edenlerin hazin durumu ve bu konudaki yorumları ve vefatı gibi hususlar söz konusu edilir.

Bir bap ve sekiz fasıldan oluşan IV. Bölüm, Şemseddin Tebrizî; V. Bölüm, Şeyh Selahaddin Konevi; VI. Bölüm, Çelebi Hüsameddin; VII. Bölüm Sultan Baha Veled; VIII. Bölüm, Çelebi Arif diye bilinen Celaleddin Ferudun; IX. Bölüm, Çelebi Şemseddin Emir Abid ve Sultan Veled hakkındadır.

Hatime’de ise kitapla ilgili açıklamalar, kitabın bitiş tarihi, münacat ve yazarın tavsiyeleri yer almaktadır.

Minyatürler: Kitapta yer alan yirmi iki minyatür, XVI. yüzyıl sonunda yetişen Türk ressamların eserleridir. Bunlar Türk resim sanatı açısından önemli belgelerdir. Türk zevk ve sadeliğinin örnekleri olan minyatürlerde, yapanının imzası bulunmamaktadır.

İstanbul’da yaşayan Türk ressamların müşterek çalışarak meydana getirdikleri eserler olduğu tahmin edilen minyatürlerde yer alan karakterlerin yüz ifadeleri değişik olup, derin izler taşımaktadır. Hikâyeler minyatürlerle de âdeta canlandırılmıştır.

Resimler çok serbest işlenmiş, üzerinde lüzumsuz ayrıntılara yer verilmemiştir. Resimlerde incelikten çok, sanat sadeliğine yer verilmiştir. Metin aralarında hikâyelere canlılık katan bu minyatürler, her yönleriyle devrinin sanat şaheserleridir. Hikâyelerin canlandırıldığı bu minyatürler, XVI. yüzyıl insanlarının Hz. Mevlâna ile ilgili düşüncelerini, yine o döneme ait giyim, kuşam ve hayat tarzlarını aksettirmesi bakımından da önemlidir. Menkıbelerde anlatılan olaylar olağanüstü öğelerle bezense de geçmiş yüzyılların geçeklerini günümüze yansıtmaktadır.

Minyatürlerde o dönemin meşhur şahsiyetlerinden Sultanülulema Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin, Ahi Çoban, İstanbul başkeşişi, Müinüddin Pervane, Baycu ve askerleri, Sultan Veled, Şeyh Şemseddin-i Tebrizî, Selahaddin-i Zerkup, Çelebi Arif, Ahi Mehmet, Sultan Mahmut Sevüktekin resmedilmiştir.

Tercümeleri: Sevâkıbu’l-menâkıb yazıldığı ilk dönemlerde Anadolu’daki ilim ve kültür halkalarında kabul görmüş ve o bölgenin değerli insanları onu tercümeye girişmişlerdir. Önce Senai mahlasıyla anılan Derviş Halil Konevi (ö. 950 civarında) onu Türkçeye çevirmiş ve Sultan Süleyman’a (926-974) ithaf etmiştir. Mütercimin vefat tarihi takriben H 950 olarak kabul edilirse, Sevâkıbu’l-menâkıb’ın 947’de telif edildikten sonra hemen Anadolu’daki Mevlevilerin eline ulaştığı ve üç yıl içinde -hatta müellif hayatta iken- tercüme edildiği nüktesi ortaya çıkar. Senai’nin tercümesi tercüme açısından pek başarılı değildir. Bu yüzden onun nüshaları günümüze ulaşmamıştır. Daha sonra Derviş Mahmut, Mesnevihan Konevi Zilkade 998/Eylül 1590 tarihinde eseri fasıllarına uygun olarak Türkçeye çevirmiş ve Sultan III. Murat’a ithaf etmiştir. Bu tercümenin yazma nüshalarını Türkiye kütüphanelerinde bol miktarda bulmak mümkündür. Eser bir defa İstanbul’da Rebiyülevvel 1281 (Ağustos-Eylül 1864)’de İznikli Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-nüfûs isimli Türkçe eserinin kenarında Hacı Ali Rıza Efendi tarafından taş baskı olarak neşredilmiştir.

sevakıbul menSevâkıbu'l-manâkıb-ı Evliyâullah'ın ilk sayfaları(Topkapı Sarayı, Revan 1479)

BEKİR ŞAHİN

BİBLİYOGRAFYA

  • Küçük, 2003; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, II/1077, 1742, 1981; Alparslan, 1988; Sipehsâlâr, 2005; Gölpınarlı, 1983, 15; Aşkar, 2001, 183; KBYEK, D. Nu. 8483; Ünver, 1973, 6; Şimşekler, 2010, 314.