HEMDEM ÇELEBİ

Konya Mevlevi Dergâhı postnişini.(1222/1807-1275/1859)

Asıl adı Mehmet Sait’tir. Mevlâna Dergâhı postnişinlerinden Hacı Mehmet Çelebi’nin (ö. 1815) oğludur. Babasının vasiyeti üzerine, Sultan II. Mahmut’un (1808-1839) da muvafakatiyle çocuk yaşta yirmi dördüncü halife olarak çelebilik makamına atandı.

On iki yaşına kadar Sertarik Hasan Emir Dede’nin manevi terbiyesi altında yetişen Sait Çelebi, yaşından beklenmedik bir gelişme ve olgunluk göstererek şeyhinin 1820 yılında vefatı üzerine Süleyman Türabî’ye bağlandı.

Üsküdar Mevlevihanesi son postnişini, değerli âlim ve şair Ahmet Remzi Akyürek’in* (ö. 1944) dedesinin babası olan ve hâlen Kayseri’de Hz. Seyyit Burhaneddin Türbesi’nde metfun bulunan Süleyman Türabî, o tarihten itibaren 1825 yılına kadar Sait Çelebi’nin mürşidi ve mürebbisi oldu. Türabî, 1826 senesinde, kendi isteğiyle Kayseri Mevlevihanesi şeyhliği görevini üstlenerek Konya’dan ayrıldı.

Sait Hemdem Çelebi dinî ilimlerden başka Farsçayı, edebî ve tasavvufî incelikleri Hintli, Bengal kibarzadelerinden Hoca Vecdi Efendi’den, ayinhanlığı ve neyzenliği Mısır Mevlevi Şeyhi Edirneli Nakşî Dede’den öğrendi. Bu arada hat sanatını da öğrenerek Kur’an-ı Kerim, Mesnevi, Divan-ı Sultan Veled ve Gülistan’ı talik hatla baştan sona istinsah etti (Bu eserler, hâlen dergâh kitaplığında bulunmaktadır).

Artık yetişkin bir yaşa gelen Çelebi, dergâhta mesnevihanlık vazifesini de üstlenerek bu sahada da başarısını gösterdi. Hilim ve hayâ sahibi, güzel ahlaklı, ilmin, kitabın, sanatın değerini bilen, aynı zamanda riyasetinin sorumluluğunu müdrik, yüksek şahsiyet sahibi bir zattı. Nitekim Mevlâna Dergâhı son postnişinlerinden Veled Çelebi (ö. 1953) kendisini: “Tarîkimizin medâr-ı iftihârı, oldukça ehl-i ilm ve ârif ve mürşid-i kâmil-i pür-edeb” olarak vasıflandırır.

Hemdem Çelebi, Mevlevilik tarihiyle yakından ilgilenerek bazı önemli olaylara açıklık getirip, uzun tetkiklerle çelebiler şeceresini hazırladı; usul ve adap ile ilgili risale yazdı; Divan-ı Kebir’den seçmeler yaparak bazı Mesnevi beyitlerini manzum olarak şerh etti. Fakat onun bu yoldaki çalışmaları, meşguliyetlerinin fazlalığı ve ailesinin hayli kalabalık olması sebebiyle arzu ettiği bir noktaya gelememiştir.

Tarikat disiplinine son derecede önem veren ve bu yolda güçlü bir yönetim gösteren Sait Hemdem Çelebi’nin, adının hayırla yâdına vesile olacak büyük hizmetlerinden birisi de dergâh kütüphanesinin tesisidir. O zamana kadar dergâha vakfedilen pek çok değerli eser, çelebi dairesinde bulunur, ya da dervişlerin elinde kalırdı; bu şekilde bir kısmının kaybolduğu da muhtemeldi. Çelebi önce bu kitapları derleyip toparlayarak kayda geçirerek mühürletip, kendi vakfettiği kitaplarla birlikte 1854 yılında kurulan kütüphaneye koydu.

Çelebi’nin postnişinlik zamanı, ülkemizde önemli siyasi olayların vuku bulduğu bir zaman dilimidir. II. Mahmut, orduyu yeniden teşkil etmek üzere 1826 yılında yeniçeriliği kaldırınca, bu ocağın dayandığı Bektaşilik de yasaklanmıştı. Bu olayda tarafsız kalan Mevleviler, padişahın saygısını kazandılar. Bektaşilerden doğan boşluk, bir dereceye kadar Mevlevilerce dolduruldu; devlet de yapılan yeniliklerle sarsılan imajını, bir derece kuvvetlendirdi. O sebeple Mevlâna Dergâhı’nda ve Mevlevihanelerde onarımlar yapıldı, vakıf işlerinde gelişmeler sağlandı.

1828-29 yılındaki Osmanlı-Rus Harbi’ne katılmak üzere, Çelebi küçük bir derviş grubunu İstanbul’a gönderdi.

Bir diğer önemli hadise, Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın sadrazam olmak hevesiyle Osmanlı topraklarını işgale yeltenmesidir. 1832 yılında oğlu İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, Konya’ya yönelince, Sait Hemdem Çelebi, İstanbul’a geçip Osmanlı’ya bağlılığını göstererek padişahın güvenini kazandı.

Şehzadeliğinden itibaren bir Mevlevi muhibbi olan Sultan Abdülmecit zamanında (1839-1861) Sait Hemdem Çelebi’nin itibarı çok arttı; Mevleviler bu dönemde devlet tarafından görülüp gözetildi. Tabiatıyla bu dönemde Mevleviliğin itibarı ve kıymeti, halk nezdinde de yükseldi. Diğer taraftan Hemdem Çelebi, Konya’da sosyal ve ekonomik iktidarı ele geçirmek isteyen bazı mütesellim ve ayanlarla da mücadele etmek zorunda kaldı.

Kaderin bir cilvesi olarak çocukluk çağında böyle ağır bir yükün altına giren ve görevini başarıyla sürdüren Mehmet Sait Çelebi, 25 Recep 1275 (28.02.1859) tarihinde, genç denilebilecek bir yaşta, ardında birçok hayırlı hizmetler bırakarak Hakk’a yürüdü.

Kendinden sonra çocukları Mahmut Sadreddin (ö. 1881), İbrahim Fahreddin (ö. 1882), Mustafa Safvet (ö. 1888) ve Abdülvahit Çelebiler (ö.1907), Hz. Mevlâna’nın makamında bulunma şerefine nail olmuşlardır. Hepsi de Huzur-ı Pir’de metfundurlar. Dergâh haziresinde aile fertlerinden çoğunun kabri mevcuttur.

İyi bir şair olan Çelebi, Hemdem mahlasıyla Farsça ve Türkçe şiirler söylemiştir. Tertip edilmemiş olsa da bir divançe teşkil edecek kadar şiiri bulunan Çelebi’nin, kendi yazısıyla Dergâh’taki kabrinin başucunda asılı bulunan ve “Mevlâna’nın dergâhına, nice kutuplar, marifet sırrına ermiş nice mana adamları gelir; ama benim gibi bir dost gelmez” anlamındaki şu beyti:

 

Nice aktâb nice ârif-i billâh gelir

Dergeh-i Pîr’e velî ben gibi hemdem gelmez

 

edebî zarafetinin en bariz nişanelerinden biridir.

Hemdem Çelebi

YAKUP ŞAFAK

BİBLİYOGRAFYA

  • Manisalı Rıfat, ts., 20-23; Silsile-name, 16; Muhtarat, 279 vd.; Çelebi Cönkü, 419 vd.; Önder, 2002, 146; Şafak, 2009, 100-103; Gölpınarlı, 1983, 153, 174 vd.; Bakırcı, 2007, 129 vd.; Erol, 2004, 180; Hüseyin Vassâf, 2006, 5-6; İnal, Türk Şairleri, 1970, II/613-615; Küçük, 2003, 59-68; Uzluk, 1946, 61, 130, 140; [Ergun]-[Uğur], 2002, 71-75.