Konya ilk defa, sonradan Alâeddin Tepesi adı ile anılan höyük üzerinde teşekkül etmeye başlamış, buradan zamanla ovaya yayılmış, büyümenin tabii bir sonucu olarak meydana gelen birçok değişiklikten sonra günümüzdeki durumunu almıştır. Sur içinde oluşan bu mahalle asırlarca “İç Kal’a (Kale) Mahallesi” olarak anılmıştır. Bu sebeple İçkale Mahallesi Konya’nın da en eski mahallelerindendir.
Alâeddin Tepesi, hemen önünde geniş bir hendek bulunan bir iç kale (iç sur) ile muhafaza altına alınmıştır. Bütün eski kayıt ve rivayetlere göre bu iç kalede oluşan, Selçuklu Döneminden itibaren de İçkale adıyla anılan mahalle, Roma ve Bizans dönemlerinde de vardır.
İç kale kuzeyde Alâeddin Köşkü’nün önünden İnce Minareli Medrese* dışta, hemen hendeğin kenarında kalmak üzere güneyde biraz genişleyerek, Tahir Paşa Camii’nin kuzeydoğusundan, Mimar Muzaffer Caddesi’ne ulaşıyordu. Orada, Terziler İşhanı’ndan doğuya doğru kıvrılarak, Kadı Mürsel Camii dışta kalmak üzere, şimdiki Rampalı Çarşı’nın bulunduğu yerden, eski Karatay İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü binasının önünden, eski Hüma Oteli’nin (şimdi dershane) bulunduğu yerde, Sultan Kapısı’na ulaşıyordu. Bu sınır aynı zamanda İçkale Mahallesi’nin de sınırlarını teşkil ediyordu.
Konya şeriye sicillerinde muhtelif sebeplerle İçkale ve Eflâtun Mahallesi adları sıkça geçmektedir. Tepede Eflatun Mescidi çevresi, Eflatun Mahallesi adı ile de anılmıştır.
1584 yılı Konya tahririnde İçkale Mahallesi’nde vergi mükellefleri sayısı seksen yedidir. Konya mahalleleri arasında mükellef sayısı bakımından en yüksek rakam budur.
İçkale ve Eflatun mahallelerinde olduğu gibi Selçuklu Dönemi mahallelerinden bazılarının isimleri, Osmanlı Döneminde değişikliğe uğramış, bazıları da tarihe mal olmuştur. Mesela Alâeddin Camii (eski adıyla Cami-i Atik) çevresindeki mahallenin adı Taht Mahallesi’dir. İç kale meydanında bulunan bir mahallenin adı da Meydan Mahallesi olarak anılmaktadır.
1071/1660 tarihli Konya Şeriye Sicili’nde zimmîler arasında görülen bir ev yeri takası muamelesinden anlaşıldığı üzere Eflatun Mahallesi, Eflatun Mescidi’nden bugünkü Ordu Evi’nin bulunduğu yerdeki Kilise Sokağı’na kadar uzanıyordu.
Osmanlı Döneminin sonlarına doğru üzerindeki evler istimlâk edilip tepe çıplak hâle getirilirken, meskenler daha çok tepenin eteklerde yoğunlaşmıştır.
Alâeddin Tepesi’nin kuzey yamacındaki Alâeddin Camii, onun güneyinde ve en tepede bir kilise iken camiye çevrilen Eflâtun Mescidi, en güneye doğru birer Rum ve Ermeni kilisesi ile daha aşağıda yine bir Rum kilisesinin daha yer aldığı bu mahallede gayrimüslimlerin yanı sıra Müslümanlar da yaşamaktaydı. Müslümanların yaşadığı bölge tarihî kayıtlarda “İç Kal’a Perakende-i Müslüman” olarak zikredilmiştir.
Tuncer Baykara’ya göre, tepenin ortasında ve doğu-batı istikametinde iç kaleyi ikiye bölen bir duvarın bulunma ihtimali vardır. Güvenlik sebebi ile güneyde, bir Rum mahallesi olan Gazialemşah Mahallesi’ne açılan kapı kapalı olup, Rum cemaat de Türklerle birlikte kuzeydeki Sultan Kapısı’nı kullanıyordu.
Muhtelif iç surlar dikkate alındığında, Konya İç Kalesi’nin bunlardan başka iki kapısının daha bulunması gerektiği düşünülebilir. Nitekim araştırmalarda doğuya açılan bir kapı tespit edilmiştir. Sultan Kapısı adı verilen kapı, Selçuklu Sarayı’nın bulunduğu yerdedir. Eski Hüma Oteli’nin alt katında muhafaza edilen kalıntılar bunu doğrulamaktadır.
Konyalı’nın, ifadesine göre, iç kale zaman zaman yıktırılarak yeniden yaptırılmıştır. Bütün yerli ve yabancı gezginlere göre iç sur, dış surdan önce yıkılmış, Konya’da pek çok ev ve resmî bina bu surdan alınan taş ve ahşap malzemelerle inşa edilmiştir.
İçkale Mahallesi’nin Ortadan Kalkması
Alâeddin Tepesi’nin XIX. yüzyılın sonlarına doğru süratle meskenlerden arındırılması sebebiyle 1926-1927 yılında yapılan kadastro çalışmalarında, tepede Orduevi, Halkevi, bir fırın ve tepenin kuzeybatısında bir mesken dışında başka bina tespiti yapılamadığı görülmektedir. Elektrik fabrikası da tepenin hemen kenarında yer almaktadır.
1313/1897 yılında Konya’ya gezmek için gelen ve Meram’da kardeşinin yanında iki ay kalan tarihçi Ahmet Tevhit Bey, arkadaşı Osman Ferit Sağlam’a gönderdiği mektuplarda o döneme ait çok kıymetli bilgiler verir. Mektupların birisinde ifade ettiği gibi Alâeddin Tepesi’nde köşk harabesi, Alâeddin Camii, Saat Kulesi ile biri birine muttasıl Ermeni ve Rum kiliselerinden başka tepede bina yoktur. Tepe, boş arsadan ibarettir. Bu ifadeler tepedeki evlerin 1897 yılından önce yıktırıldığını göstermektedir. 1897 yılında Rum Mektebi ile tiyatro tatbikat binası da henüz yapılmamıştır. Yine Ahmet Tevhit Bey’in anlattığına göre “...Tepenin etrafı vaktiyle surlar ve hendekle muhattır (çevrilidir). Sur harap olmuş ve hendek hayli dolmuştur... Biraz ileriye doğru gittim. Kalenin bakiyesinden bir kapı yeri gördüm. Yıkıyorlardı. İsmini sordum, Zindankale, dediler…” Verilen bu bilgiler tepenin eski durumunu tasvir etmesinden dolayı son derece önemlidir.
1847-48 yılı temettüat defterinde adı geçmeyen mahalle bu tarihten önce kaldırılmış olmalıdır.
Kadastro krokilerinde açıkça görüldüğü üzere Alâeddin Bulvarı açılmadan önce, tepenin hemen kenarında yedi sekiz metrelik bir yol, tepeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Alâeddin Bulvarı, bu yolun genişletilmesiyle bugünkü hâlini almıştır.