Konya Kalesi; Selçuklu sultanlarının ikametgâh yeri, şehrin yönetim merkezi ve askerî garnizonu olan iç kale ile şehrin etrafını kuşatan dış kaleden oluşmaktadır. Selçukluların Konya’yı fethi ile birlikte şehrin daha güvenli bir hâle getirilmesi için iç kale surları yenilenmiş, Alâeddin Keykubat zamanında da Konya’nın etrafı dış kale ile tahkim edilmiştir.
Kuzey-güney ve doğu-batıdan gelen önemli yolların ve kervan yollarının kavşak noktasında olan Konya, Türkiye Selçukluları Döneminde bir ticaret ve sanayi merkezi olarak doğu pazarlarında üstünlüğünü sürdürmüştür. Bu dönemde şehirler ve ülkelerarası ticaret yolları Konya’da odaklaşmakta, şehri kuşatan sur kapılarının en önemlileri de bu yollara açılmaktadır.
İç Kale
Konya şehrinin ortasında, Alâeddin Tepesi olarak anılan höyük üzerinde yer almaktadır. Höyüğün biçimine uygun olarak güneybatı ve güneydoğuda biraz daha genişleyen oval bir plan gösteren iç kale doğudan batıya 330, kuzeyden güneye 450 metre uzunlukta ve yaklaşık 94.200 m2dir. 1941 yılında R. O. Arık tarafından Alâeddin Tepesi’nde yapılan kazılar sonucunda iç kalenin etrafında muhtemelen farklı devirlere ait iki sıra sur kalıntısı tespit edilmiştir. Bu kazılar sonucunda iç kalenin tarihinin MÖ 2000’e kadar indiği belirlenmiş, MÖ IX-VIII. yüzyıllarda da burada yerleşmeler olduğu görülmüş; Frig, Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait katmanlar ortaya çıkarılmıştır.
Türkiye Selçukluları Döneminde I. Mesut tarafından Bizans saldırılarına karşı esaslı bir şekilde tamir ettirilen surlar, II. Kılıçarslan dönemindeki tamir ve eklemelerle son şeklini almıştır. Bu dönemde yaptırılan yeni burcun, Emir Siraceddin Ahmet tarafından yaptırıldığı, günümüzde Konya Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’nde bulunan 600/1203-04 tarihli kitabeden anlaşılmaktadır. II. Kılıçarslan zamanında 1190 yılındaki Haçlı kuşatması esnasında iç kalenin alınamaması, kalenin sağlamlığının bir göstergesidir. Alâeddin Keykubat iç kaleyi dış kale ile beraber 1221 yılında tahkim ederek yenilemiştir. İç kale, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemlerinde de işlevini büyük ölçüde sürdürmüştür. 1835’lerde Konya’yı gezen yabancı seyyah Charles Texier’e göre, Alâeddin Tepesi’ni kuşatan iç kale ile birlikte dış kalenin de ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Ancak zamanla iç kale, dış kaleden daha önce yıkılarak yok edilmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren yıkılmaya yüz tutan surların taşları yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. İç kale ile Sultan Alâeddin Sarayı taşlarının Alâeddin Camii’nde kullanılmasına dair Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde belgeler mevcuttur. İç kalenin surları 1896 yılında büyük ölçüde yıkılmıştır. İ. H. Konyalı, çocukluğunda Selçuklu sarayının birkaç yüz metre ilerisindeki bir evde doğduğunu ve iç kalenin muntazam kesme taşlarla yapılmış duvarlarını ve İnce Minare’ye doğru devam eden hendeği bildiğini, zamanla da bunların yıktırıldığını, eserinde yazmaktadır.
Osmanlı vilayet memurlarından Hakkı Bey tarafından çizilen, G. Krecker tarafından kopya edilen ve F. Sarre tarafından da 1896 yılında yayımlanan planda iç kalenin, çift sıra surla çevrili olduğu görülmektedir. “Lale Devrinde Konya” adlı doktora çalışmasında Alâeddin Tepesi’nin çift sıra surla kuşatıldığını, içinde ve dışında iki ayrı hendek bulunduğunu belirten Y. Küçükdağ, bu çizimi doğrulamaktadır. Bu verilerden hareketle, etrafı çift sıra surla çevrilen ve su dolu hendekle kuşatılan iç kaleye seyyar köprülerle geçildiği anlaşılmaktadır. Dört yönde dört kapısı bulunması gereken iç kalenin, bugün sadece kuzeydeki Sultan Kapısı ile doğudaki Akıncı Kapısı bilinmektedir. İç kalede Selçuklu sultanlarına ait bir saray ve müştemilatı (matbah, hamam, kalede bulunan erzak ve mühimmat depoları, uzun süreli muhasara zamanlarında su ihtiyacını karşılamak üzere yapılan sarnıçlar ve cephanelik) ile saraya ait bahçeler, muhtemelen sarayın önünde bulunan meydan, Cuma (Alâeddin/İç Kale) Camii, iç kalenin burçlarından biri üzerine kurulduğu anlaşılan Alâeddin (Kılıçarslan) Köşkü ile cami arasında darphane, Hacı İsa bin Mahmut Mescidi, Medrese-i Sultaniye gibi yapılar olmalıdır. Bu yapılardan, Selçuklu Döneminde iç kalenin sultanların ikamet yeri, şehrin yönetim merkezi ve askerî garnizonu olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, güney tarafı Hristiyan mahallesi olan iç kale XX. yüzyıla kadar evlerle çevrili iken Cumhuriyet Döneminde bu evler kaldırılmıştır.
Tepeyi çevreleyen surun burçlarından biri üzerine inşa edilen köşk, içteki duvarın burçları konusunda bir fikir vermektedir. Köşke kaide oluşturan bu burç genişletilmiş olmakla birlikte 10x10 m boyutlarındadır. İç kalenin Sultan Kapısı, Alâeddin Köşkü’nün yanında ve Karatay Medresesi ile aynı yolu paylaşıyor olmalıdır. Gravürlerden anlaşıldığına göre kapı, dikdörtgen planlı ve dışa taşıntılı olarak yapılmıştır. Sivri kemer formlu bu kapı üzerinde Selçuklu Döneminin figürlü süslemeleri mevcuttur. Kapı üzerinde aslan ve çift başlı kartal kabartmaları olmalıdır. Konya iç ve dış kalesinde yaygın olarak görülen aslan, Selçuklu Devrine ait bir özelliktir. On iki hayvanlı Türk takviminde ve hukuki sembollerde yer alan aslan, simgelediği kavramları Selçuklu Devrinde de muhafaza etmiştir. Kuvvet ve kudret remzi olan aslanın, şehri kötülüklerden koruduğuna da inanılmaktadır. Bazı Selçuklu sultan ve emirlerine ad olan aslan, yanı sıra sanat eseri olarak para, kumaş, taş ve madenlere işlenmiştir. Yine bu kapıda bulunan kartal, Orta Asya Türklerinin dinî inançlarına göre kutsal bir kuştur. Orta Asya Türkleri tarafından koruyucu bir ruh olarak da kabul edilen kartal, çift veya tek başlı olarak tasvir edilmiştir. Kartal kuvveti, yırtıcılığı ve ömrünün uzun oluşu ile ün yapmış bir kuştur. Kartal, aynı zamanda bir kudret ve asalet sembolü olarak da kabul edildiği için, Selçuklu Dönemi tarihçisi İbn Bibi’ye göre genellikle Türkiye Selçuklu hükümdarlarının çadırlarının tepesinde bulunur ve hükümdarı bütün kötülüklere karşı koruduğuna inanılırdı. Bu dönemde kale, saray ve han kapılarında bulunan tek veya çift başlı kartal figürleri, bir asalet ve hükümdarlık sembolü oluşu yanında kötülük ve düşmanlardan korunmak için bir tılsım olarak kullanılmış olmalıdır.
2010 yılında, Alâeddin Köşkü etrafında Büyükşehir Belediyesi tarafından arkeojeofizik çalışması yaptırılmıştır. Bu çalışma sonucunda mevcut kazı alanının kuzeyindeki boş alandan başlanarak köşkten Karatay Medresesine doğru (muhtemelen Sultan Kapısı’nın olduğu alanda) jeoradar taramasında 2,00 m derinlikte, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanan duvar izine rastlanmıştır. Bu durum ile tarihî bilgiler örtüşmektedir. Alâeddin Köşkü’nden İnce Minareli Medreseye kadarki bölümde sur kalıntılarının jeoradar taraması sonucunda da surların 2,00 m genişliğinde olduğu ve mevcut sur kalıntıları ile benzediği anlaşılmıştır. Ayrıca surlarda farlı mesafelerde dikdörtgen burçların olduğu ve burçların 4,00x7,00 m ve 4,00x3,00 m oldukları çalışmalar sonucunda tespit edilmiştir. İç kalede yapılacak bir bilimsel kazı sonrasında da tek surla mı yoksa çift surla mı çevrili olduğu kesin olarak anlaşılacaktır. (Ayrıca bk. Ahmedek*)
Dış Kale (Şehir Surları)
Şehri çevreleyen dış kalenin ilk olarak ne zaman inşa edildiği, Selçukluların bu surları ne ölçüde ayakta buldukları ve surun Selçuklular Dönemindeki evreleri hakkında daha fazla bilgi için kazı çalışmalarına muhtaç olunmakla birlikte Konya şehrinin parlak bir Roma Dönemi geçirdiği, bu dönemde yol ağı üzerindeki konumu, ticari dokusu ile Hristiyanlığın ilk yıllarında dinî bir merkez olarak önemi göz önüne alındığında Roma Döneminde şehrin dış kalesinin mevcudiyeti akla gelmektedir. Ancak dış kale surlarının Roma Dönemindeki mevcudiyeti hakkında şimdilik bir şey bilinememektedir. Bizans Döneminde şehrin iç kale dışına taşmış olması, dinî bir merkez olarak önemi, Orta Bizans Dönemine tarihlenen yapıların varlığı, Türk fethinden hemen önce Konya’nın büyük ve önemli bir şehir olarak tasvir edilmesi ve Selçuklular tarafından 1097’de ikinci kez başkent yapılması, Konya önlerinde 1101’deki Haçlı Seferi sırasında dış surlara sonuçsuz kalan saldırılar düzenlenmiş olması gibi verilerden hareketle Bizans Döneminde şehir bir dış kaleye sahip olmalıdır. I. Mesut ile I. Manuel Kommenos arasındaki savaş, Danişmentliler ile yapılan mücadeleler, Bizans’ın sürekli akınları dikkate alındığında dış kalenin II. Kılıçarslan tarafından tahrip olunduğunu düşünmek mümkündür. Hamdullah Müstevfi: “Sultan Kılıç Arslan burada yontulmuş taşlardan bir kale ve kalede kendisi için büyük bir eyvan yaptırmıştır. Bu kalenin durumu harabe olmaya yüz tutunca, Alâeddin Keykubad ve ümerası şehrin kalesini yeniden yaptırmışlardır. Hendeğin çukurundan yükselen oldukça büyük bir kale yapılmıştır. Hendeğin derinliği 20 gez, yükseldiği 30 gez, ikisi toplam 50 gezdir. Kalenin çevresi 10.000 adımdan fazladır. On iki kapısı vardır ve her birinin üzerinde kale şeklinde bir köşk vardır” şeklinde iç ve dış kale yapımı ve tamiri hakkında çok önemli bilgiler vermektedir.
Dış kalenin Sultan Alâeddin Keykubat zamanına ulaşamadığı İbn Bibi’nin anlatımlarından anlaşılmaktadır. Sultan Alâeddin Keykubat, Konya şehrinin -başta Moğol tehlikesi olmak üzere- düşman saldırısından, sel baskını ve iç tehditlerden, özellikle de etrafındaki aşırı derecede servet yapmış ve âdeta devlete hükmetmeğe başlamış zengin emirlerden korunmak için sağlam bir dış kaleye ihtiyacı olduğunu görerek bunun yapım emrini vermiştir. Sultan bu inşaat faaliyetleri için mimarlar, ustalar ve ressamlar getirtmiştir. Emirler, serverler ve mimarlarla beraber şehrin etrafını dolaşan sultanın emri üzerine burçların, surların ve kapıların yerleri resmedilmiştir. Sultan bu resim ve çizimleri büyük bir titizlikle incelemiş ve gerekli düzeltmeleri yapmıştır. Alâeddin Keykubat, devlet ileri gelenlerini, dış kalenin yapımı için teşvik etmiş, yaptıkları sur ve burçlara kendi adlarını vermelerine müsaade etmiştir. Dış kalede 140 beyin yaptırdığı birer burç ile Alâeddin Keykubat’ın yaptırdığı dört burç bulunmaktadır. Kale kapılarından da dördünü Sultan Alâeddin Keykubat, diğer sekiz kapıyı da emirler yaptırmıştır. Dış kalenin dıştan etrafını kuşatan hendek kuzeybatıdaki dağlardan gelen sel sularını toplayarak Aslım Çayı’na aktarmaktadır. Hendeğin kapılara gelen kısımlarında ahşaptan asma köprüler bulunmaktadır. İbn Bibi Selçukname’sinde Konya ve Sivas kalelerinin yapımı (1218) başlığı altında Konya dış kalesinin inşasını ayrıntılı olarak tasvir etmektedir:
“Sultan dergâhın emirleri ve bargâhın serverleri ile başkent Konya’nın etrafında ve bahçelerinde gezmek için yürürken birden şehir tarafına baktı. Büyük nüfusla ve zenginlikle donanmış, uzunluğu ve genişliği arasında bir günlük yol olan, her tarafına üzüm bağları ve meyve ağaçları dikilmiş, zamanın, havadislerinin tozunu bostanlarındaki ağaçların güzelliklerinden uzaklaştırdığı ve her zaman naz ve niyaz tohumları ektiği, bütün bunlara rağmen çevresinde sur yoktur. Her ne kadar başı göğe değiyor olsa da her zaman orada geceyi aydınlatan bir cevher vardır ve bu yüzden orada gündüze ihtiyaç yoktur. Orasının, ‘süsten mahrum bir kılıç gibi’ sur süsünden mahrum kaldığını gören Sultan, yanındaki devlet emirlerine ve yakın adamlarına: ‘Dünyanın her yerinden insanların rahat ve huzur aramak için bin bir umutla geldikleri, malını mülkünü bırakıp eşiğini günlerin olaylarından uzak bir yuva olarak seçtiği böyle bir şehri hisar süsünden mahrum bırakmak hata olur’ der... Sultan emir verince iş bilir mimarlar ve usta ressamlar getirdiler. Hiç vakit kaybetmeden atına binip emirler, serverler ve mimarlarla birlikte şehrin etrafını dolaştı. Emri üzerine burçların, sur bedenlerinin ve kapıların yerlerini resmettiler. Hazreti sultana arz ettikleri zaman sultan onu büyük bir dikkat ve derin bir düşünceyle inceledi. Bazı yerlerini düzeltip değiştirdi.Kapıların, burçların ve bedenlerin yerleri belli olunca Sultan özel naiplerini çağırarak dört kale kapısının, birkaç burç ve bedenin yapım masrafının hassadan karşılanmasını, geriye kalanların masrafının ise, durumlarına göre ülkenin büyük emirleri arasında paylaştırılmalarını, o konuda acele ederek fırsatı büyük bir ganimet saymalarını buyurdu. Sultan o arada bir ferman çıkararak Sivas surlarının da Konya’da olduğu gibi masrafların oradaki emirler arasında paylaşılmasını ve bu konuda büyük bir çaba harcanmasını emretti. Aradan çok geçmeden sultan, devlet büyükleri ve ayanı Konya ve Sivas’ta surların temelini atıp inşasına başladılar. Gece gündüz bütün imkânlarını ve güçlerini kullanarak o yapıyı tamamlamaya koyuldular. Sağlam kaideler üzerine bedenleri ve burçları yükselttiler. Ham güneşe benzeyen kayaların üzerine çeşitli kabartma resim ve heykeller yaptılar. Yumuşak taşlar ve mermerler üzerine altın yaldızla Kur’an ayetlerinden, peygamber hadislerinin en çok tanınanlarından, Şehnâme’nin beyit ve vecizlerden parçalar yazarak, onların üzerinde hiç boş yer bırakmadılar.
Kısa bir süre Tanrı’nın yardımı ve sultanın devletinin uğuruyla oranın inşaatını tamamladılar. O haberi sultana bildirdikleri zaman sultan atına binerek hendeğin etrafını dolandı. Her yerini dikkatli bir şekilde inceledi. Yapılanlar çok hoşuna gitti. Onun üzerine uzun yıllar ve sayısız günler onların teşekküre değer çalışmalarından dolayı adları, sanları kalsın, diye emeği geçenlerin her birinin kendi adını bir taş üzerine altın harflerle yazmasını buyurdu...”
İbn Bibi’nin bahsettiği gibi Alâeddin Keykubat dış kalenin inşasını 1221 yılında tamamlatmıştır. 1255’ten sonra Moğol hükümdarı Baycu dış kale surlarının bir bölümünü yıktırmıştır. 1276’da Karamanoğlu Mehmet Bey, Konya’yı zapt ederek dış kale kulelerinden yedi tanesini yıktırıp yeniden inşa ettirmiştir. 1277 Cimri Olayı’nda surların iki kapısı ateşe verilmiştir. Osmanlı-Karamanoğulları arasındaki mücadelede şehir surları harap olmuş, Fatih Sultan Mehmet’in Konya’yı Osmanlı topraklarına kattıktan sonra kaleyi 872/1467 yılında tamir ettirdiğine dair kitabesi mevcuttur. 998/1590 yılında da III. Murat tarafından dış kale surları tekrar onartılmıştır. Şehir surları XVIII. yüzyıla kadar işlevini sürdürmüş, bu tarihten sonra kale önemini yitirmiş ve yıkılmaya başlamıştır. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise kalenin tımarları dağıtılarak görevlileri tasfiye edilmiştir. 1834-1835 yıllarından sonra surların yeni yapılara malzeme temini için taş ocağı olarak kullanma süreci başlamıştır. 1882’de dış kaleden fazla iz kalmamıştır. Başta Valilik binası olmak üzere yeni yapılan binalarda surların taşları kullanılmıştır. Günümüzde iç kale surlarından çok az bir kalıntı ile dış kale surlarından birkaç kalıntı dışında hiçbir iz kalmamıştır. Konya Kalesi’ne ait olan mimari parçalar ve kitabelerin bir kısmı İnce Minareli Medresede sergilenmektedir.
Şehrin etrafını kuşatan dış kale döneminin yerleşim alanlarını kuşatmaktadır. Dış Kale Niebuhr’un 1776’da yayımlanan planına göre düzensiz bir oval plana sahiptir. Aynı kaleyi Şemseddin Sami ise: “İki ucu sivri olup, bir balık şekli ibraz ediyordu” şeklinde tanımlamıştır. Aynı yıllarda Konya’ya gelen Cuinet de kaleyi benzer şekilde betimlemiştir. Onun tarifine göre dış kale: “Kale kuzeyden güneye doğru boyu eninden uzun bir şekil arz eden, nerede ise sivri bir nokta şeklinde sona eren bir balık görünüşünde idi” şeklindedir. Dış kale surlarının yaklaşık olarak 5-6 km olduğu, surlarda yaklaşık kırk metrede bir burç olduğu tahmin edilmektedir. Surların üç metre kalınlığında ve yaklaşık on metre yüksekliğinde olduğu kalan izlerden hareketle tahmin edilmektedir. Dış kale surlarının etrafının on-on beş metre genişlikte bir hendekle çevrili olduğu, bu hendekler üzerinde açılır-kapanır asma köprüler bulunduğu anlaşılmaktadır. Beden duvarlarından yaklaşık beş metre çıkıntı yapan burçlar, dikdörtgen bir plana sahip olmalıdırlar. Dış kale surlarında kesme taşın kaplama, moloz taşın dolgu malzemesi olarak kullanıldığı, bağlayıcı malzemenin koyu renkli kireç harç olduğu, taşların üzerinde taşçı işaretlerinin bulunduğu ve ayrıca surların inşasında daha önceki dönemlere ait pek çok eski yapının kalıntılarından faydalandığı görülmektedir.
Buna göre dış kale surları Kapı Camii’nin hemen doğusundan başlayarak kuzeye doğru İstanbul Caddesi’ni takip ederek İsmet Paşa İlkokulu civarından batıya Hapishane Caddesi’ne doğru dönmekte, burada İmam-Hatip Lisesi ve Numune Hastanesini geçtikten sonra hafif bir kıvrılma ile Zindankale önünden güneye doğru bir kavis yaparak Sahip Ata Caddesi’ne ve Sahip Ata Caddesi’nde Havuzlu Meydan civarından kuzeye dönerek Kapı Camii’ne kavuşuyor olmalıdır. Yukarıdaki sıralamaya göre uygun olarak dış kale surlarındaki kapılar: Telli Kapı, Aksaray Kapısı, Debbağlar Kapısı, Ertaş Kapısı, Halkabeguş Kapısı, Ayas Kapısı, Sille Kapısı, Antalya (Meram) Kapısı, Çeşme Kapısı, Yeni (Demir) Kapı, Larende Kapısı ve At Pazarı (Pazar) Kapısı’dır. Osmanlı Döneminde bu on iki kapıdan dördü dışındakilerin kapatıldığını Evliya Çelebi nakletmektedir.
Larende Kapısı: Şehir surlarının güney tarafa açılan kapılarının en meşhurudur. Günümüzde Karaman yolunun başlangıcındadır. Sahip Ata Camii’nin tam karşısında yer almaktaydı. Bu kapının, Sultan I. Alâeddin Keykubat’ın hazinesinden, kendi adına yapılan dört kapıdan biri olduğu tahmin edilmektedir. Caca Bey Vakfiyesi’nde Larende Kapısı ismine rastlanmaktadır. Cimri Olayı sırasında Türkmenler tarafından yakılan kapılardandır. Kale kapılarının en büyüğü olup, kapı yüzeyinde “es-sultân” ve tarih ibareleriyle balık ve melek figürleri bulunmaktadır. Taç kapı alınlığındaki kitabe, mermer üzerine kabartma tekniğinde yapılmış ve altın yaldızla yazılmıştır. Bu kitabenin hemen altında iki tarafta birer balık resmi bulunan ve üzerinde tarih yazılı olan kabartma yer almaktadır. Eski Türkçede balık kelimesi şehir, kale ve saray anlamlarına gelmektedir. Buradaki balıklar kaleyi ve Konya şehrini simgelemiş olmalıdır.
At Pazarı (Pazar) Kapısı: Kapı Camii civarındadır. Telli Kapı ile Ağaç Pazarı arasındaki At Pazarı’na çıkılırdı.Yakın zamana kadar buradaki meydan at pazarı olarak kullanılmıştır. Bu kapının da Alâeddin Keykubat’ın hazinesinden, kendi adına yapılan dört kapıdan biri olduğu anlaşılmaktadır. Kapının kemerli ve muhteşem bir taç kapısı vardır. Dış kalenin en önemli kapılarından biri olmalıdır. Cimri Olayı sırasında Türkmenler tarafından yakılan kapılardandır. Osmanlı Döneminde bu kapı da açık bırakılmıştır. At Pazarı Kapısı Karapınar-Ereğli yoluna bağlandığı gibi, şehrin civarındaki köy yolları ile de ilişkilidir. Texier’de “Pazar Kapısı” adı ile geçen kapı olmalıdır. Texier’in gravürüne göre eyvan şeklinde düzenlenmiş olan sivri kemerli taç kapı nişinin iki yanında başlarında diyademli taçlar bulunan, birbirine doğru uçar ve koşar vaziyette kanatlı melek kabartması yer almaktadır. Melek figürleri iyilik sembolü, aslanlar ise kuvvet, kudret ve şehri düşmanlardan koruyan bir tılsımdır.
Telli Kapı: Kalenin güneyinde, At Pazarı Kapısı hizasındaki doğuya açılan kapılardan biridir. Kapı, Hacı Mindilerin Süleyman’ın dükkânının yerlerine rastlamaktadır. İ. H. Konyalı Kapı Camii önünde bulunduğunu, caminin de ismini bu kapıdan aldığını, M. Önder de bu kapının, Konya Kalesi’nin en küçük kapısı olduğunu belirtir. Bu kapı Üçler Mezarlığı’na açılmakta idi.
Aksaray Kapısı: Konya’nın doğu bölgesine açılan kapısıdır. Bu kapının önünde yer alan günümüzdeki Babı Aksaray Mahallesi adını bu kapıdan almıştır. Bu kapının asıl adı ve yaptıranı hakkında bilgi mevcut değildir. Şehirden Aksaray’a giden yola açıldığı için sonradan böyle adlandırılmıştır. Kapı üzerinde şehri düşmanlardan ve kötülüklerden koruduğuna inanılan aslan heykeli mevcut idi.
Debbağlar (Deri/Darı) Kapısı: Dış kalenin güney kapılarındandır. At Pazarı’ndan Baruthane’ye giden yolun karşısında idi. Diğer adı Şam Kapısı’dır.
Ertaş (İstanbul/Çaşnigir) Kapısı: Dış kalenin kuzeyinde, Numune Hastanesinin bulunduğu yerde idi. Sultan Alâeddin’in emirlerinden Çaşnigir tarafından yaptırılmıştır. Ertaş Kapısı Afyon-İstanbul ticaret yoluna açılmakta idi.
Halkabeguş Kapısı: Kalenin kuzey tarafında, Kız Öğretmen Mektebi Caddesi’nin Hapishane Caddesi’ne çıktığı yerde idi. Kuzeyde, iç kalenin Sultan Kapısı’ndan devam eden yolun dış suru kestiği kapıdır. Bu kapı adını Kalenderhane Mahallesi’ndeki Halkabeguş Mescidi’nden almış olmalıdır. Eflaki’de Konya meydanı ile birlikte anılmaktadır. Meydana açıldığı için “Meydan Kapısı” adı ile de tanınmıştır. Bu kapının Alâeddin Keykubat’ın hazinesinden, kendi adına yapılan dört kapıdan biri olduğu tahmin edilmektedir. Bu kapı; Ankara, Çankırı ve Kastamonu üzerinden Sinop Limanı’na ulaşan güzergâhın başlangıcıdır.
Ayas Kapı: Kalenin kuzeydoğusunda idi. Alâeddin Keykubat’ın emir ve mütevellilerinden Ayaz tarafından yaptırılmış olmalıdır.
Sille Kapısı: Zindankale ile Tacülvezir Türbesi’nin arasından kuzeybatıya, Sille yoluna açılan kapı idi. Şehrin kuzeyinde Parsana Mahallesi’nde bulunan ve Atabey Ayaz’ın adını taşıyan kitabeden hareketle bu kapının da Ayaz tarafından yaptırıldığı düşünülebilir. Huart bu kapının üzerinde insan figürleri ve ejder heykeli bulunduğunu bildirmektedir. Gök mermer malzemeden yapılan birbirine dolanmış kulaklı ve kanatlı ejderler, iki taraftan başlı ve açık ağızlı olarak tasvir edilmişlerdir. On iki hayvanlı Türk takviminde yer alan ejder saadet, bolluk ve bereketle uzun ömrü simgelemektedir. Bunlar aynı zamanda şehri kötü ruh ve düşmanlardan korumak, şehre sıhhat ve saadet aşılamak için kale kapısına konmuş olmalıdır.
Antalya (Meram) Kapısı: Dış kalenin güney kapılarından olan bu kapı, iki lüleli çeşmenin karşısında bulunuyordu. Meram yolu üzerinde bulunduğu için sonradan bu adı almıştır. İç kalenin batı kapısından devam eden ve İnce Minareli Medresenin yanından geçen yolun dış suru kestiği kapıdır. Ahmedek burada olduğu için Ahmedek Kapısı adını almıştır. Amberreis Camii’nin karşısında, Konya Lisesinin bulunduğu yerdeydi. Osmanlılar bu kapıyı kapattığı için de “Yapılı Kapu, Eski Kapu” diye adlandırılmıştır.
Çeşme Kapısı: Batıya açılan kapılardan biridir. Sadreddin Konevi Camii’ne giden yolda, İmam Begavi Türbesi’nin karşısında idi. Bu kapının da Alâeddin Keykubat’ın hazinesinden, kendi adına yapılan dört kapıdan biri olduğu tahmin edilmektedir. Daha sonra karşısına Sahip Ata çeşmesi yapıldığı için kapı; Çeşme Kapısı, çeşme de Kapı Çeşmesi adını almıştır. Larende Kapısı kadar muhteşem olan kapı, saraydan (Osmanlı Devrinde İstanbul’dan) tayin edilen ve özel bir payesi olan kapıcılar tarafından muhafaza edilmiştir. İ. H. Konyalı, 1944 yılının Ağustos ayında önündeki yol tesviye edilirken kapının temellerinin meydana çıkarıldığını eserinde belirtir. Şehre dağıtılan suyun, su haznesinin bu kapı üzerinde olması sebebiyle daha Selçuklu Döneminden itibaren Çeşme Kapısı adı ile anıldığını düşünmek mümkündür. Bu kapı ile batıdaki Nuri Sofu Sokağı, Konya’yı Beyşehir-Şarkikaraağaç-Isparta-Burdur üzerinden Antalya Limanı’na, buradan güneye giden ikinci yol ise Hatunsaray-Seydişehir-Manavgat üzerinden Antalya ve Alanya limanlarına ulaşmaktadır.
Yeni (Demir) Kapı: Eski Larende Caddesi civarındadır. Taş Kapı ve Bab-ı Cedit (Yeni Kapı) adlarıyla da anılmaktaydı. Osmanlı’nın son dönemlerine doğru civarında kurulan mahalle, Bab-ı Cedit adından dolayı Cedidiye Mahallesi olarak anılmıştır.
Dış Kale Surlarının Günümüzdeki Durumu
Dış kale surlarından günümüze ancak birkaç kalıntı gelebilmiştir. Konya dış kalesine ait Hastane Caddesi’nde bir şahsa ait arsada kazı yapılırken beş metre derinlikte, 50x70 cm ebadında düz satıhlı hâlde bir sur kalıntısı bulunmuştur. Aynı şekilde dış kale surlarından az bir kısmı Sahip Ata Caddesi’nin kuzey yüzünde yer alan dükkanların arkasında, Kapı Camii’nin güneyinde Meray Mobilya altında, İstanbul Caddesi’ndeki Paşapark inşaatı sırasında rastlanılmıştır. Bu kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla surlarda kesme taşın kaplama, moloz taşın dolgu malzemesi olarak kullanıldığı, bağlayıcı malzemenin de koyu renkli kireç harç olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Karamanoğlu ve Osmanlı dönemlerinde surlarda yapılan tamiratlarda tuğla malzemeler kullanıldığı sur kalıntılarından anlaşılmaktadır.
Konya iç ve dış kale surlarıyla burç ve kapılarını devşirme malzeme ve orijinal Selçuklu kabartmaları süslemektedir. Devşirme malzeme olarak çeşitli devirlere ait kitabeler, heykeller, steller, sarkofajlar ve mimari parçalar yer almaktadır. Selçuklu estetik ve sanat beğenisini yansıtan melekler, aslanlar, filler, çift başlı kartallar, bir sfenks, bir ejderhadan oluşan figürlü süslemeler mevcuttur Ayrıca kale surlarında çeşitli yazılar, Kur’an ayetleri, hadisler, özlü sözler ve Şehname’den şiirler yer aldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bunlardan günümüze ulaşabilenlerin bir kısmı İnce Minareli Medresede, bir bölümü de farklı müzelerde sergilenmektedir. Bu parçalar; burç ve bedenin Alâeddin Keykubat tarafından yaptırıldığına ilişkin kitabe, on üç adet kitabe parçası, balıklı kale kitabesi, kartallı kale kitabesi, iki adet çift başlı kartal, kanatlı melek, yirmi kadar aslan, bağdaş kurmuş oturan insan ve insan başlı kuş (siren) figürleri, iki adet gergedan-fil mücadelesi ve iki adet ejderli kabartmadan oluşmaktadır. Kitabelerden sadece birinde 617/1221 tarihi bulunmaktadır.
Seyahatnamelerde Konya Kalesi
Konya Kalesi, inşasından XIX. yüzyılın sonuna kadar pek çok seyyahın ilgisini çekmiştir. Bu seyyahlar günümüze ulaşamayan Konya Kalesi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Selçuklu Dönemi Konya’sı hakkında bilgi veren en erken tarihli seyahatname el-Herevî’ye ait olup, iç kaledeki yapılardan söz etmektedir. 1332-33 yıllarında Anadolu’ya gelen İbn Batuta da şehrin fiziki yapısı hakkında bilgi vermektedir. Ebubekir Behram-ı Dimeşkî Konya Kalesi’ni: “Selçuk sultanlarından Kılıçarslan Konya Kalesi’ni taştan yaptırmış, kendi sarayında muazzam bir eyvan bina ettirmiştir. Sonra bu kale harabeye yüz tutunca Alâeddin Keykubat ve ümerası yeniden tamir ettirmişlerdir. Hendeğin genişliği yirmi ve kale duvarının yüksekliği otuz arşın, kalenin on iki kapısı olup, her birinin birer kasır şeklinde kuleleri vardır. Konya’da yüksek imaretler bina edilmişti” şeklinde tasvir etmektedir.
1650’li yıllarda Konya’ya gelen Evliya Çelebi de Konya Kalesi’nin kuruluşuna ilişkin bilgiler vermiştir. Kalenin kuruluşunu Yunanlılar Dönemine bağlayan seyyah, Konya’nın Selçuklular tarafından ele geçirilişini anlattıktan sonra kalenin onarımları, kapıları ve burada inşa edilen saray hakkında bilgi verir.
1705 yılında Konya’ya gelen Lucas surları tasvir ettikten sonra devşirme malzeme kullanımını anlatır ve şehir dokusuna yönelik bazı bilgiler verir.
1817-18’de Konya’ya gelen Charles Leonard Irby ile James Mangles, iç ve dış kale surları hakkında bilgi vermektedir.
William Martin Leake ise 1823-24’teki Konya dış kale surları üzerindeki figürlü süslemeleri ve şehrin fiziki yapısını tanımlamaktadır.
1826’da Konya’ya gelen Leon de Laborde, şehre geldiğinde büyük oranda sağlam durumda olan Konya Kalesi’yle ilgili gözlemleri, burç ve kapılarındaki figürlü kabartmaları yerlerinde görmüş ve bunların gravürlerini yapmıştır. Eserinde şehir surlarının gravürlerini vermesi önemlidir.
1835’te Konya’ya gelen Mareşal Von Moltke, eserinde, özellikle dış kale surları ve burada kullanılan devşirme malzeme hakkında bilgi verdikten sonra: “Yüzlerce burçlu yüksek ve uzun bir sur, içinde yalnız birkaç kalıntı bulunan boş bir alanı çevreliyor...” demiştir.
Yine aynı yıllarda Konya’ya gelen C. Texier, Konya Kalesi’ni daha detaylı ele alarak duvarlarından, burç ve kale kapılarına kadar çizimlerini yaparak XIX. yüzyıl Konya’sını görüntülemiştir. C. Texier Konya kalesi ile ilgili olarak birbirine kırk adım uzaklıkta yapılmış 108 adet kare şeklindeki kuleden söz etmekte, her bir kulenin cephe genişliğini on metre, cephedeki nişin içerisinde yer alan kitabenin yüksekliğini de yedi-sekiz metre olarak vermekte, duvarlara da çok sayıda antik çağ ve Bizans Dönemine ait mimari parçalar yerleştirildiğini belirtmektedir.
1837’de Konya’ya gelen Hamilton, şehrin topografyası hakkında bilgi vermiş, dönemin fiziki yapısına ilişkin notlar düşmüştür. İç ve dış kale surlarıyla kapılarını, ayrıca Zindankale’yi tasvir eden Hamilton, şehirdeki diğer yapılardan da söz etmektedir.
C. Huart 1891 yılında geldiği Konya’da, Konya surlarıyla Larende Kapısı’nı: “Kale harabesinin yazıları üzerinde birbirine doğru dönük iki balık göze çarpıyordu… Ne yapıyordu burada balıklar, bilemiyorum... Larende Kapısı şehrin güneyinde olup, farkına varmadan oraya ulaşmıştık. Larende Kapısı otuz yıl öncesine kadar ayakta duran Konya surlarından geriye kalmış tek eserdi; ayrıca çok kötü bir durumdaydı. Kapının kendisi ortada yoktu; ancak dikkat edildiğinde temeller göze çarpıyordu. Solda mazgalları sökülerek bir yığın hâline getirilmiş eski kule artıkları fark ediliyordu. Buna rağmen yıkık kulelerden birinde daha önce kalede gördüğümüz iki balık figürünü teşhis ettik. Tarihi hicri 618’i (1221) gösteriyordu” şeklinde nakletmektedir.
1890’larda Konya’ya gelerek Konya’nın fiziki yapısını tasvir etmeye çalışan F. Sarre’nin verdiği fotoğraflar ise şehrin geçmişine ait önemli görsel malzemelerdir.


.jpg)

 Konya şehir planı.jpg)



