Şeyh Ebülbeka Baba İlyas-ı Horasani, büyük bir ihtimalle, Moğol istilası sırasında yıkılan Harizmşahlar Devleti sahasından, beraberindeki Türkmenlerle Anadolu’ya göç etmiştir. Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Onunla ilgili en eski kaynaklardan biri olan ve torunu Elvan Çelebi’nin 733 (1332-33) yılında kaleme aldığı Menâkıbü’l-kudsiyye adındaki menakıpnameye göre, Anadolu’ya geldikten sonra Amasya yakınında bugün İlyas köyü adıyla bilinen Çat köyüne yerleşmiş, bir zaviye açarak Vefaiyye tarikatını yaymaya başlamış ve etrafına pek çok mürit toplamıştır. Sözü edilen kaynakta Dede Garkın (Karkın) adında bir Türkmen şeyhinin halifesi gösterilmekle beraber mensup bulunduğu tarikatın adı zikredilmemiştir. Ancak aynı sülaleden gelen ve yine bir şeyh olan Âşıkpaşazade’nin belirttiğine göre Baba İlyas, Tacülarifin Seyyit Ebülvefa Bağdadi'nin (ö. 501/1107) kurduğu Vefaiyye tarikatına mensuptu (bk. Âşıkpaşazâde, s. 1). Bu sebeple Baba İlyas’ın şeyhi olarak gösterilen Dede Garkın’ın da aynı tarikata bağlı olduğu söylenebilir. Vefaiyye tarikatının XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da özellikle Türkmen zümreleri arasında yayıldığı, Yeseviyye, Kalenderiyye, Haydariyye gibi gayri Sünni mahiyetteki öteki tarikatlarla birlikte XIV. yüzyılda dahi mevcudiyetini sürdürdüğü anlaşılmaktadır (bk. Âşıkpaşazade, s. 46; Neşri, I, 47).
Bugüne kadar Baba İlyas’ın Babailik adı altında bir tarikat kurduğu ileri sürülmüşse de gerçekte böyle bir şeyin söz konusu olmadığı, bu yanılgının adı geçen ayaklanma hareketinin iyi tahlil edilmemesinden ileri geldiği söylenebilir. Baba İlyas kendi adına tarikat kurmamış, bağlı bulunduğu Vefaiyye tarikatının şeyhi olarak Çat köyündeki zaviyesinde, İslamiyet’e girmeleri üzerinden fazla bir zaman geçmediği için henüz eski inançlarını belli ölçüde koruyan ve okuma yazma bilmeyen yarı göçebe Türkmenlere yapılarına uygun bir tasavvuf anlayışı sunmuştur. Onun fikirlerinin kısmen İsmailî tesirler taşımış olması da kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Baba İlyas, çok zor içtimai ve iktisadi şartlar içinde yaşayan, gerek yerli halkla gerekse yönetim çevreleriyle pek çok problemi olan Türkmenleri Selçuklu hükümetinin baskılarından kurtaracak bir mehdî hüviyetiyle ortaya atılmış bulunuyordu. Türkmenler onun talimat ve propagandalarını canla başla benimsemişler, hatta daha da ileri giderek ona Baba Resulullah bile demişlerdi (bk. Ebu’1-Ferec Tarihi, II/539-541; İbn Bibi, el-Evamir, s. 498-500; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XV, vr. 165a; Quentin, 1965, 61-63).
Baba İlyas 637 (1240) yılında Türkiye (Anadolu) Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’e karşı iktidarı ele geçirmek maksadıyla hazırladığı ayaklanmanın fiilî idaresini halifesi Baba İshak’a havale etti. Ayaklanmanın ilk zamanlarında başarı kazanarak Güneydoğu ve Orta Anadolu’yu ele geçiren Babaîler Amasya’da ilk yenilgiye uğradılar. Amasya Kalesi’ne sığınan Baba İlyas burada Mübarizüddin Armağanşah kuvvetleri tarafından kıstırılıp yakalandı ve idam edildi. Buraya gelen fakat şeyhini kurtarmaya muvaffak olamayan Baba İshak yönetimindeki diğer grup Konya üzerine yürüdü. Ancak Kırşehir yakınlarındaki Malya Ovası’na geldikleri sırada Babaîler, paralı Frank askerlerinin de bulunduğu Selçuklu ordusu tarafından ikinci defa ağır bir yenilgiye uğratıldılar ve Baba İshak öldürüldü. Böylece isyan bastırılmış oldu.
Baba İlyas’ın bu isyanla birlikte başlattığı dinî-tasavvufi hareket, asıl onun ölümünden sonra oğlu Muhlis Paşa ve diğer halifeleri vasıtasıyla özellikle Orta ve Batı Anadolu’da yayılmış, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde abdalan-ı Rum hareketini ve nihayet Bektaşîliği doğurmuş ve asıl önemlisi, XVI. Yüzyılda Osmanlı belge ve vekayinamelerinde Kızılbaş veya Rafizi adı verilen zümrelerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır.
Bütün bunlar göz önüne alındığı takdirde Baba İlyas’ın Türkiye’nin içtimai ve dinî tarihinde bugüne kadar en tesirli rollerden birini oynamış bir şahsiyet olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.