YILANCIK

Halk hekimliğinde bir hastalık

Yılancık; vücudun çeşitli bölgelerinde sürekli olarak yer değiştirdiğine ve psikolojik kaynaklı olduğuna inanılan, genel olarak burun ve yanak bölgesinde ağrı ve yanma şeklinde belirtileri olan ve “streptekop” denilen mikropların bir yaraya bulaşarak meydana getirdiği tıpta “erizipel” olarak bilinen bir hastalıktır.

Yılancığın tedavisi okuma, taş yapıştırma, çentme, yılan kurusu bulundurma şeklinde olabilmektedir. Bu hastalığın tedavisi için pek çok yöntem uygulanmaktadır. Bunlardan biri Nasr Suresinin yedi kere okunarak yılancık olan yere üfürüp tükürülür. Diğer uygulamalarda ise ocağına gidip çentilinir veya yılancık taşları ile sağaltılır, hastalığın olduğu yere öldürülen yılanın kafası ezilip sarılır.

İkiz doğan ve ikiz doğum yapmış olan, parmağından kemik düşen kişiler ocak olarak kabul edilir. Hacca gidenlerin oradan getirdiği üzerinde sarı siyah renkli yılan resmini andıran taşlar bir kutu içindeki unla muhafaza edilir. Taşların un içinde saklanmazsa zamanla ufaldığı hatta yok olduğu ifade edilmektedir. Taşlar başı ağrıyan kişinin alnında veya yüzünde gezdirilirken hasta ağrının hangi kısımda durduğunu söyler. Taşlar birer birer dilin ucuyla ıslatılıp ağrıyan bölgeye yapıştırılır. Yarım saat kadar yapışık olarak duran taşlar zamanla kendini bırakır. Bu işlem değişik zamanlarda üç kez tekrarlanır. Halk arasında psikolojik olduğuna inanılan ağrılara altın otu içilir. Yılancık taşlarının hacdan getirilmesi onlara bir kutsallık yüklemekte, hastalara moral aşılamaktadır. Temas prensibinden hareketle taşların ağrıyı kendi üzerine alarak insanları iyileştireceğine inanılmaktadır. Bu inanma insanlardaki ruhi sorunlardan kaynaklı yılancık ağrısını gidermektedir.

İnsanın yüzünde sancı kuru bir ağrı yapıyorsa buna kuru yılancık denir. Uyur/erkek yılancık sakin olur fazla ağrı yapmaz. Gâvur/dişi yılancık denen tür ise arsız olup özellikle gece ağrı yapıp insanı uyutmayan bir yılancık çeşididir. Bu rahatsızlıklar için yılancık ocaklarına gidilmektedir.

Yılancık Ocağı

Uzun şişlik ve kızarıklık şeklinde vücudun herhangi bir yerinde başlayıp gezinen ve ağrı veren yılancık hastalığına yakalanan bazı kişilerin vücudundan bazı kemikler deriyi yarıp düşermiş. Bu kemikler ocağa atılırsa o kişiler ocak hâline gelirmiş. Halk arasında makbul olan ocaklar bu şekilde kemiği veya kemikleri noksan olan kişilerdir. El verme veya veraset yolu ile intikal eden ocaklara da halk rağbet etmektedir.

Ocak sahibi hastayı yatırıp eline bir bıçak alır. Dualar okuyarak başından itibaren vücudunu yedi çizgiye ayırır: “İddima (iptida) Allah, sonra kulundan imdat!” diye üç kez tekrarlar ve hastayı kaldırır. Buna “ilancık kıydırma” denilir. Sonrasında hastaya ekmek ve su verir. Bazı ocaklar ise özellikle dişi yılancık için küçük bir yılanın kurusunu vererek bunu uyurken ağrıyan yere koymasını ister. Ocaklı ayrıca yılancık olan kişiye soğan, sarımsak ve fasulyeyi yasaklayan bir perhiz öğütler.

Tedavi için hastanın ağrıyan bölgesine beyaz, fildişi görünümünde yarım küre şeklindeki yılancık taşları yapıştırılır. Gelen yılancık hastası değilse, taşların yapışmadığı, yılancık ise yapıştığı söylenmektedir. Ağrıyan yere besmele çekildikten sonra yılancık taşları konulur. Ağrının büyüklüğüne göre, un dolu kapta muhafaza edilen dokuz adet yılancık taşı kullanılabilir. Ağrıyan kısım bıçağın tersi ile üç defa çentilir (hafifçe vurulur). Bu esnada Ayetelkürsi, Fatiha, Felak ve Nas sureleri okunur.

Aydınlıkevler Mahallesi’ndeki ocaklının ifadesine göre; dedesinin nenesi bir kız çocuğu doğurmuş. Aynı anda iki yılan ortaya çıkmış biri ocak başındaki küle diğeri ekmek çıkınının konulduğu ağaca gitmiş. Bu sebeple eskiden, gelen yılancık hastalarına kül ile ekmek verildiğini söylemiştir. Ortakaraviran köyünde, ocaklısı tarafından tuz ve ekmeğin verildiğini, kendisinin ise şehirde tuz ve su verdiğini belirtmiştir.

Yılancık taşını Hicaz’dan getirtenlerin müspet neticeyi ocaklısı kadar elde edemediği belirtilmektedir. Taşlardan şifa, tıbbi olarak değil manevi olarak beklenmektedir. Bazı ocaklılar: “İnayet Allah’tan, el benim değil Fadime ananın eli” diyerek de yapıştırmaktadır. Taşların o evden başka yerde yapıştırıldığında fayda vermeyeceğine inanılır. Ocak sahibinin izin verdiği herhangi bir kişi taşları yapıştırırsa şifanın yine bulunacağı rivayet edilir. Yegâne şart o evin içinde yapılmış olmasıdır.

Sarayönü’ndeki yılancık ocağı olan kadına üç kez gidilmektedir. Gelen kişi yılancık hastası ise ocak kadın fenalaşır, çığlık şeklinde bağırmaya, hıçkırmaya, esnemeye başlar. Bir süre sonra eliyle bütün vücudunu sıvazlar, üç kere kıyar gibi vücudun her tarafına dokunur, ağrıyan yerleri parmaklara kadar çenter. On günlük ekşi, turşu, bulgur, soğan, sarımsak, acı, baharat ve bir sene de balık yememe şeklinde perhiz verir. Ocak kadın çentmeden sonra donup kalan, kasılan elini yavaş yavaş toprağa sürerek açabilmektedir.

Halk arasında yaygın olan kanaate göre sanki vücudun içinde bir yılan vardır ve bunun gezindiği yerlerde müthiş ağrılar olmaktadır. Yılan yol bulabilmek için bazı kemikleri iterek vücuttan atabilir. Bu şekilde ayağından sekiz, sol başparmağından bir kemiği deriyi yararak çıkan ve yılancık ocağı olan Şerife teyze kimseyi kıramadığı için elini ağrıyan bölgenin üstüne koyup, Fatiha ve İhlâs surelerini okuyarak demir bir nesne ile hafif darbeler vurarak “ilancık kıydığını” belirtmiştir. Kadın hastalara kendisi erkek hastalara ise oğlu bakmaktadır. Tıp Yolu üzerinde ikamet eden bu ocak, gelen gerçekten yılancık hastası ise tıslama-ötme gibi bir sesle bağırmaktadır. “Bu hal kendiliğinden oluyormuş. Hasta bu ocağın hastası değil ise bağırmazmış”. Ses çıkarılmayan kişinin yılancık olmadığına hükmedilerek, ağrıların sebebinin başka bir şeyden kaynaklandığı söylenmektedir. Kaynak kişi rüyasında gördüğü birisinin ona: “Kuru yılancık olmuşsun, ağrıların kuru yılancıktır”, demesi üzerine etrafındakilerin önerisiyle yılancık ocağı olan Şerife teyzeye gitmiştir. Kadın bıçakla ayak tırnaklarından başlayıp kafaya kadar çentmiş, esnemiş ve yılan ötmesi gibi sesler çıkarmıştır. Kaynak kişi: “Üç gün üst üste ayrı ayrı aralıklarla gittim, sonradan ağrılarım kesildi. İnanmak önemli…” gibi başvuranlar faydası olduğunu belirterek hastalığın düzelmesinde psikolojik telkinin önemini ifade etmişlerdir.

BÜLENT ÇEVİK

BİBLİYOGRAFYA

  • Aydın vd., 2006, 97; Çevik, 2008, 124-125, 155-158; Duvarcı, 1990, 37; Es, Arşiv; Kurt, 1999, 94; Küçükbezirci, 1985, 167.