XVI. yüzyılın ikinci yarısında Ankara’da doğdu. Doğum tarihi belli değildir. İlk öğrenimine Ankara’da başladı. Tasavvuf yoluna girmeden önce şeri ilimleri tahsil etti. Arapça ve Farsça bilgisini, bu dillerde eser verecek ve şiir yazacak derecede ilerletti. Daha sonra Ankara ve çevresinde yaygın olan Bayramiyye tarikatına intisap ederek şeyhlik makamına kadar yükseldi. Bu arada Halvetiyye tarikatından da icazet aldı. Bayrami şeyhi olarak irşat vazifesine devam ederken gözlerinden rahatsızlandı. Tedavi maksadıyla gittiği Konya’da Mevlevi dergâhı şeyhlerinden Bostan Çelebi ile tanışarak onun teşvikiyle Mevleviyye tarikatına girdi. Mevleviliğin usul, adap ve erkânını kısa sürede öğrenip sülukünü tamamladı. Daha sonra İstanbul'a gitti. Devrin ilim ve fikir hareketleriyle yakından ilgilenerek bilgisini genişletti. Kısa sürede ilim ve tasavvuf çevrelerinin saygı duyduğu önemli bir şahsiyet hâline geldi. 1610 yılında Galata Mevlevihanesi şeyhi oldu ve ölümüne kadar yirmi bir yıl bu makamda kaldı. Mezarı adı geçen Mevlevihanenin haziresindedir. Ölümüne “hitâm” ve “irtihâl-i irfân” (1041) kelimeleri ile tarih düşürülmüştür.
Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevî’sine yazdığı şerhle meşhur olan ve bundan dolayı “Hazret-i Şârih” diye de anılan Ankaravi, çağındaki ilim ve fikir hayatına hâkim olan şerhçiliğin tesiriyle Herevî, İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız ve Mevlâna gibi büyük mutasavvıfların eserlerini şerh etti. Çok geniş tasavvuf kültürü sayesinde meselelere getirdiği yorumlar bakımından eserleri şerh ve haşiyenin de ötesinde bir değer taşır. Özellikle Mesnevi şarihliği alanında büyük bir otorite olarak kabul edilir.
Ankaravi, Mevleviliğin esaslarına sadık, mutedil ve Ehlisünnet ilkelerine bağlı bir mutasavvıftır. Sohbeti halvete tercih eder, hizmeti inzivadan daha önemli sayardı. Bu anlayış ve tutumunun bir sonucu olarak hem şeriatın zahirî hükümlerine önem vermeyen mutasavvıflara karşı cephe almış, hem de tasavvufu tamamen veya geniş ölçüde bidat sayan zahir ulemasına ve medrese mensuplarına reddiyeler yazmıştır. Bu çalışmalarının yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Galata Mevlevihanesi’nin inşa tarihini (897/1491-92) gösteren “er-Rusûh” kelimesini “Rusûhî” şeklinde mahlas olarak kullanmıştır.
Eserleri: Sade bir dille kaleme aldığı ve çoğu Türkçe, bir kısmı da Arapça olan eserleri orta seviyedeki okuyucular için faydalı olmuş, bilhassa ilk ve ana kaynaklarla olan bağın koptuğu sonraki dönemlerde sürekli olarak tesirini göstermiştir. Eserlerini şu şekilde tasnif etmek mümkündür:
a) Mesnevi ile İlgili Eserleri: 1. Mecmûatü’l-letâif ve ma’mûretül-maârif. “Mesnevi
Şerhi” adıyla bilinen ve kendisine “Hazret-i Şârih” unvanını kazandıran bu eser, gerek ilmî kudretini göstermesi gerekse bıraktığı tesirler bakımından Ankaravi’nin eserleri içinde en dikkate değer olanıdır. Ankaravi bu eserinde bir yandan Mevlâna’nın fikirlerini açıklarken diğer yandan tasavvufun umumi kaidelerini sade bir ifadeyle ortaya koymuştur. Mesnevi’yi şerh ederken geniş ölçüde İbnü’l-Arabî’nin tesirinde kalması, Mesnevi’nin ve Mevlâna’nın olduğundan farklı bir şekilde anlaşılmasına yol açmıştır. Aslında bu iki mutasavvıf birçok noktada birleşmiş gibi görünseler de bazı esaslarda birbirinden ayrılırlar. Vahdet-i vücut nazariyesini temellendiren İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf anlayışı irfan ve marifete dayanan nazari ve felsefi bir tasavvuftur; Mevlâna’da ise asıl olan aşk, cezbe ve vecd gibi hallerdir. Mevlâna’yı ve Mesnevi’yi İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf telakkilerine göre anlama ve yorumlama temayülü daha önce başlamış, ancak Ankaravi buna son şeklini vermiştir. Bu yorum tarzı fazla değişikliğe uğramadan sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Ankaravi’nin, aslında Meşnevi’nin Mevlâna’ya ait olmayan yedinci cildini onun sanarak şerh etmesi birtakım tenkitlere yol açmıştır. Ancak bu hatayı öne sürerek onu aşırı derecede eleştirmek de doğru değildir. Ankaravi’den sonra gelen Mesnevi şarih ve mütercimleri onun inceleme ve yorumlarından geniş ölçüde faydalanmışlardır. Mesnevî okutacak kişilere verilen icazetnamelerde, “...şârih Ankaravî’nin tahkikatına uyarak” şeklinde bir kaydın bulunması, Ankaravi’nin Mevlevi tekkelerindeki tesirini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Başta Nicholson olmak üzere Batıda Mevlâna ve Mesnevi üzerinde çalışanlar en çok Ankaravi’den faydalanmışlardır. Birçok defa basılan (Mısır 1221, 1242, 1251; İstanbul 1257, 1289) Mesnevi şerhlerinde yedinci cilde yer verilmemiştir. Ankaravi’nin eseri Cengî Yusuf Dede (ö. 1080/1669) tarafından kısaltılarak Menhecü’l-kavî (Mısır 1289) adıyla Arapçaya, İsmet Tasarzade tarafından da Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-i Ma’nevî-i Mevlevî (Tahran 1348) adıyla Farsçaya tercüme edilmiştir. 2. Fâtihu’l-ebyât. Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini ve anlaşılması güç diğer bazı kelimelerini şerh eden bu risale, “Mesnevî Şerhi”nin 1257 ve 1289 basımlarının baş tarafında yayımlanmıştır. 3. Câmiu’l-âyât. Mesnevi’deki ayet ve hadislerle Arapça beyitlerin ve anlaşılması güç bazı terimlerin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, Nu. 2551/1; Antalya Tekelioğlu, Nu. 390). 4. Hall-i Müşkilât-ı Mesnevî. Mesnevi’deki hikâyeleri açıklayan eserin tespit edilebilen tek yazma nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir (Veliyyüddin Efendi, Nu. 1672). 5. Tuhfetü’l-berere. Mesnevi’den seçilen bazı beyitlerin şerhi olup içinde Ankaravi’nin şiirleri de vardır. Eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Hacı Hüsnü, Nu. 736). 6. Simâtü’l-mûkmîn. Mesnevi’nin dibacesini şerh eden Arapça bir risaledir (Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Revan Köşkü, Nu. 451; Süleymaniye Ktp., Hacı Hüsnü, Nu. 659).
b) İbnü’l-Fârız Şerhleri: Ankaravi, İbnü’l-Fârız’ın “Tâ’iyye” kasidesini el-Mekâsıdü’l-âliyye fî şerhi't-Tâ’iyye (Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, Nu. 220, 221/1), “Mîmiyye” ve “Hamriyye” kasidelerini de Şerh-i Kasîdeti’l-Mîmiyye ve’l-Hamriyye (Süleymaniye Ktp., Reisülküttap, Nu. 1182; Hâlet Efendi, Nu. 727/2) adlarıyla şerh etmiştir.
c) Diğer Tasavvufî Eserleri: 1. Minhâcü’l-fukarâ. (Bulak 1256; İstanbul 1286). Ankaravi’nin “Mesnevî Şerhi”nden sonra en meşhur eseridir. Müellif tasavvufi konuları genel hatlarıyla işlediği bu eserinde Herevî’nin Menâzilü’s-sâ’irîn’ini örnek almış, ancak eserin daha önceki şerhlerinden faydalanmayıp İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhât’ından ve Mevlâna’nın şiirlerinden nakiller yapmayı tercih etmiştir. Herevî’nin eseri gibi Minhâcü’l-fukarâ da on bölümden meydana gelir. Bunların her biri de kendi içinde yine on bölüme ayrılır. Ankaravi, Derecâtü’s-sâlikîn (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, Nu. 2674) ile Şeyhülislam Yahya Efendi’nin isteği üzerine yazdığı Nisâb-ı Mevlevî (Süleymaniye Ktp., Serez, Nu. 1524; Lala İsmail, Nu. 231) adlı eserlerinde Minhâcü’l-fukarâ’daki konuları tekrarlamıştır. 2. Zübdetü’l-fuhûs fî naksi’l-Fusûs (İstanbul 1328). İbnü’l-Arabî Fusûsü’l-hikem adlı eserini yine kendisi Nakdü’n-nusûs adıyla kısaltmış, daha sonra Cami bu eseri Şerh-i Naks-ı Fusûs adıyla Farsçaya çevirerek şerh etmiştir. Ankaravi’nin Zübdetü’l-fuhûs’u bu şerhin Türkçe tercümesidir. 3. Îzâhu’l-hikem. Sühreverdî-i Maktûl’ün Heyâkilü’n-nûr adlı eserinin Türkçe tercümesi ve şerhidir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, Nu. 1747, 2749/6).
d) Sema ile İlgili Eserleri: 1. Semâ Risâlesi. Minhâcü’l-fukarâ’nın sonunda basılmıştır (Bulak 1256; İstanbul 1286). 2. er-Risâletü’t-tenzîhiyye fî şe’ni’l-Mevleviyye. Semaın meşru ve caiz olduğunu ileri sürerek Mevlevilere yöneltilen tenkit ve itirazları reddeden Arapça bir eserdir (Leiden 1892). 3. Hadîs-i Erbaîn Şerhi. Sema, raks ve teganni ile ilgili hadisleri şerh eden bir eserdir (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, Nu. 184; Reisülküttap, Nu. 1182). Bu üç risalede dinî musikiyi savunan Ankaravi din dışı musikiyi ve raksı yeri geldikçe tenkit etmiştir.
e) Tefsire Dair Eserleri: Fütûhât-ı Ayniyye (İstanbul 1328) Fatiha suresinin, Misbâhu’l-esrâr (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, Nu. 2872/4; Düğümlü Baba, Nu. 10) ise Nur suresinin 35. Ayetinin tefsiridir. Bu iki eser de tasavvufi mahiyettedir.
f) Diğer Eserleri: el-Hikemü’l-münderice fî şerhi’1-Münferice. Ebü’1-Fazl Yusuf b. Muhammed’in “el-Münferice” adıyla bilinen kasidesinin tercüme ve şerhi olan bu eser iki defa basılmıştır (Bulak 1300; İstanbul 1327). Risâle-i Uyûn-i İsnâ Aşere, On iki tasavvufi manzumeden ibaret olan bu eserin tespit edilebilen tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, Nu. 6394). Cenâhu’l-ervah. İnsanları tevhit inancına yöneltmek maksadıyla kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi, Nu. 2558; Reisülküttap, Nu. 1182/4). Ankaravi’nin bunlardan başka Risâle-i Usûl-i Tarîkat-ı Mevlânâ ve Sülûknâme-i Şeyh İsmâil (İÜ Ktp., TY, Nu. 6394) gibi birkaç sayfalık risaleleri de vardır. Ankaravi’ye nispet edilen divan (bk. Mehmed Tevfik, ts., vr. 32a; Sakıp Dede, Sefine, s. 39; Osmanlı Müellifleri, I/25) elde mevcut değildir. Kazvinî’nin Telhîsü’l-Miftâh’ı ile Muhammed b. Muhammed Gilanî’nin Menâzırü’l-inşâ adlı eserlerini esas alarak yazdığı Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha (İstanbul 1284) lisana dair bir eser olup Osmanlı Türkçesi bakımından önemlidir. İsmail Hakkı Bursevi’nin Kitâbü'l-hitâb ile Tuhfe-i Hâssakiyye adlı eserleri yanlışlıkla Ankaravi’ye nispet edilmiştir (bk. Brockelmann, II, 662; Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, Nu. 209/10, 211/2).