Antik dönemde Çumra Lykaonia ovasında yer alıyordu. Lykaonia toprakları bugünkü Konya Ovası’na tekabül ediyordu. Bölgenin güneydeki dağlık kesimi Isauria ve doğusu Kapadokya, kuzeyi Galatya ve batısı ise Frigya bölgeleri ile çevrili idi.
Bozkır ve Beyşehir çevresinden gelen Çarşamba Suyu, bu ovanın çöl olmasını engelleyip, hayat vermiştir. Diğer taraftan, son yıllarda kuruyan Aslım ve Hotamış bataklıkları gibi su kaynakları bölgenin can damarları olmuşlardı. Bu yüzden Anadolu’nun en erken yerleşmeleri arasında yer alan Epipaleoltik (Geç-Eskitaş) Pınarbaşı (MÖ X. bin), Akeramik Neolitik (Çanak Çömleksiz-Yenitaş) Boncuklu (MÖ VIII. bin) ve Neolitik Çatalhöyük (MÖ 7400) yerleşmeleri bölgede ortaya çıkmıştır. Bu yerleşimler, MÖ XIII. bin yıllarında ovada görülen Konya Gölü’nün kıyı kordonu boyunca gölün çekilmesine paralel görülen insanlara ait izlerdi. Bu gölün suları, MÖ VIII. bin yıllarında Hayıroğlu ve Çumra çevresinde yerleşime izin verecek kadar geri çekilmiştir.
Hayıroğlu Boncuklu’da tespit ettiğimiz ve daha sonra kazılarda ortaya çıkan taş eserler burasının Çanak Çömleksiz Neolitik olarak bilinen Neolitik Çağ’ın erken safhasına ait olup Çayönü, Suberde, Erbaba ve Çukurkent (Konya Hüyük ilçesinde) yerleşmeleri ile çağdaştır. Çatalhöyük’ün erken tabakalarının bu yerleşmelerle çağdaş olduğu 2001 yılı arkeolojik kazılarında yeni çıkarılan dört yeni tabaka ile ortaya konmuştur.
Bilindiği gibi Çatalhöyük’ün dünya uygarlık tarihinde önemli bir yeri vardır. Burada 1960-64 yıllarında J. Mellaart ve 1993’ten itibaren de I. Hodder başkanlığında kazılar yapılmıştır.
Çumra’nın 11 km kuzey doğusunda yer alan yerleşim yeri Çarşamba Suyu’nun doğu ve batısında iki höyükten meydana gelmesinden dolayı Çatalhöyük adını almıştır. Doğudaki höyük daha çok Neolitik ve batıdaki ise Kalkolitik (Bakırtaş) Döneme ait buluntular vermektedir.
Deniz seviyesinden 980 m, ova seviyesinden 17,5 m yüksekliktedir. Konya ovasının güneyinde Toroslara yakın Çarşamba Suyu üzerindeki bu yerleşme çevresi, bitki ve hayvan kemiklerinden ve diğer kalıntılardan anlaşıldığına göre, hayvanların otlamasına elverişli açık alanlı ormanlara sahipti. Konya havzasında yer alan eski plüvyal gölün çekilmesinden sonra, göl seviyesinin 1.006-1.002 m arasında iken Çatalhöyük’te ilk yerleşmelerin olduğu sanılmaktadır.
MÖ VIII. bin yılın ortalarında Boncuklu, Çatalhöyük, Suberde, Bozkır-Balıklava, Suberde, Erbaba ve Çukurkent yerleşimlerini bağlayan Çarşamba Suyu, Suğla ve Beyşehir gölleri kıyısını takip eden önemli bir yol şebekesi vardı.
Kuşkusuz Çarşamba Suyu’nun Toroslardan getirdiği alüvyonlu toprakların bölge uygarlığına katkısı büyüktür.
Tarih öncesindeki insanların bölgedeki yoğun yerleşmesi ve coğrafyayı kullanım sanatındaki gelişmişliğin tarihî çağlara gelindiğinde duraksadığı ve Orta Çağda ise gerilediği görülür. (bk. Çatalhöyük*)
Asur Ticaret Kolonileri Çağı (MÖ 2000-MÖ 1700)
Tarihî çağlarda MÖ II. bin yılın başlarında Çumra-Sırçalı, Abditolu-Domuzboğazlıyan ve Seçme Saksak Höyük gibi Asur ticaret kolonilerine ait ve Alibeyhüyüğü, Okçu, Dinek gibi Hitit Dönemine ait yerleşmeler görülürken daha önceki Neolitik, Kalkolitik ve İlk Tunç Çağlarında görülen yerleşim sayısının azaldığı dikkati çeker.
Âdeta Çarşamba kenarında Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı’nda dikkati çeken Timraş (Gökhöyük), Kısıkyayla, Alkaran, Balçıkhisar ve Dineksaray yerleşmeleri de bu dönemde terk edilmeye başlanmıştır. Bu höyükler bu Kalkolitik ve İlk Tunç çağlarında Çumra Ovası ile Seydişehir-Beyşehir çevresini bağlayan önemli bir bağlantı üzerindedir. Neolitik Çağda Çatalhöyük, Balıklava ve Suberde bağlantı geleneğini bu çağda bunlar gerçekleştirmiştir.
Hitit Döneminde ise bu güzergâhın batısındaki Alibeyhöyüğü-Hatunsaray-May Höyüğü üzerinde Ortakaraviran Büyük Höyük’e ulaşan dağ yolu gerçekleşmiş görünüyor.
Özellikle II. bin yıldan sonra Anadolu’da kurulan büyük devletler ve Batı-Doğu arasındaki siyasal çatışmalardan Çumra çevresinin olumsuz yönde etkilendiği görülmektedir.
Hititler Dönemi (MÖ 1700-MÖ 1200)
MÖ II. bin ortalarında Kızılırmak havzasında bulunan Hitit Devleti Batı Anadolu’daki Arzava Konfederasyonuna karşı yaptığı seferler, kimi zaman Arzavalıların, Hititlere yaptığı seferler bu alandaki geçiş yolları üzerinden gerçekleşmiştir. Bu siyasal gelişmeler bölgedeki iskân coğrafyasını etkilemiştir. Dağınık hâldeki küçük yerleşmeler büyük bir merkez etrafında toplanmaya yönelmiş ya da korunması daha kolay dağlık bölgelere doğru kaymıştır.
Çumra çevresini güneye, özellikle Çarşamba Suyu çevresine dolayısıyla Bozkır, Seydişehir ve Beyşehir, ayrıca Konya-Karaman arasındaki doğu-batı yollarına bağlayan güneydeki höyükler Alibeyhöyüğü, Timraş (Gökhöyük), Kısıkyayla, Balcıkhisar, Alkaran (Yenisu), Dineksaray, Apasaraycık ve Cicek höyükleridir. Tarihöncesinden Roma-Bizans Dönemine kadar yerleşmeye sahne olmuş bu höyüklerde zaman zaman bazı dönemlerde yerleşmelere rastlanmasa da bazen bir yerleşmede iskân olmadığında komşu höyükte yerleşme izine rastlanabilmektedir. Bunlar arasındaki Alibeyhöyüğü, Konya Ovası’nın MÖ II. bin yılda doğu-batı yollarında önemli bir kavşak olduğunu yüzey buluntuları göstermektedir. Örnek olarak MÖ II. bin yıl başlarında Çumra Sırçalı Höyük’ün önemli bir konumda olduğu anlaşılırken, daha sonra Hitit Döneminde Alibeyhöyüğü daha önemli bir hâle gelmiştir.
Demir Çağları (MÖ 1200-MÖ 600)
Hitit Devleti’nin yıkılışından itibaren (MÖ 1200) Perslerin Anadolu’yu işgali olan MÖ 546 yılına kadarki dönem Demir Çağı olarak bilinir. Bu dönemin MÖ 800 yıllarına kadar olan karanlık çağı Erken Demir Çağı olarak bilinmektedir.
Erken Demir Çağı
MÖ 1200 yıllarında Anadolu tarihinde “Ege Göçleri”, Mısır tarihinde “Deniz Kavimleri Göçü” olarak bilinen, Doğu Avrupa’da görülen kuraklık ve kıtlığın yol açtığı sanılan büyük bir kavimler göçü yaşanır. Aç insanlar gözlerini Orta Doğu’nun zengin iki uygarlığı olan Hitit ve Mısır devletine dikerler.
Avrupa’dan doğuya doğru hareket eden kavimler Ege ve Anadolu’dan önüne kattıkları kavimleri harekete geçirdiler. Bu göç hareketleri Anadolu’daki Hitit Devleti’ne son verip Mısır kapılarına kadar dayandı. Mısır firavunları göçlerin olumsuz etkilerini saray ve tapınaklarının duvarlarına yazdırdılar.
Hititlerin yıkılmasına karşın, büyük bir sarsıntı yaşayan Mısır ayakta kalabilmeyi başarmıştır. Göçlerin uzağında kalan daha doğudaki Dicle kıyısındaki Asur Devleti şanslıydı. İki büyük güçten birinin yıkılması ve birinin de yaralı kalması onların güçlenmesine yol açtı. Asur zamanla Anadolu’nun Güneydoğu ve Çukurova kesimlerini işgal etti. Öyle ki Hitit Devleti’nin bakiyeleri olan Orta Anadolu’nun doğu kesimindeki Tabal krallıklarını vergiye bağladı. Bu dönemde Çumra ve çevresi Asur’a bağımlı Tabal krallarının batı krallıklarına bağlı olduğunu sanıyoruz. MÖ 1200-MÖ 800 yılları arasında Anadolu’da yazılı belgeler suskundur. Bölgede 400 yıllık kaotik bir dönem yaşandı. Bu dönemle ilgili bölgenin önemli bir anıtı da Karaman-Konya sınırında bulunan Kızıldağ’daki Hartapuş Anıtı’dır.
Kızıldağ, Çumra’ya 20-25 km kadar uzaklıktadır. Hartapuş adlı, bir Geç Hitit kralına ait bu anıtlar, Kızıldağ’ın yanı sıra Karadağ’ın zirvesinde de yer alır. Yazıtlar, şekil ve Hartapuş’a ait kazıma resmin niteliği yönünden, MÖ X.-MÖ VIII. yüzyıllar arasına tarihlenmektedir.
Bölge MÖ VI. yüzyıllarda ise Frigler ile Asurlar arasında tampon bir bölge olduğu anlaşılıyor. Zira Asur belgelerinde Muşki olarak söz edilen Friglerle bu bölgenin güneyinde Harrua, Silifke yakınlarında mücadeleler olmakta ve Mita’yı bu bölgeye kadar Asurlular takip etmiştir (MÖ 717-709).
Anadolu’da Friglerin rolünü Lidyalıların, Mezopotamya’da ise Asurluların rolünü Yeni-Babillilerin üstlendiği dönemde bölge öncekine benzer bir şekilde Lidyalılar ve Babilliler arasında sınır bölgesi konumundadır. Babil Kralı Neriglissar (MÖ 557/556) yıllarında Torosların güneyinde Pirundu Kralı Appuaşu’yu bozguna uğratınca, Appuaşu Torosların kuzeyindeki Lidya egemenlik alanına (Babillilerin Ludu dediği bölgeye) kaçmak zorunda kalmıştı.
Lidya egemenliğine son veren Persler için de bölge önemli bir ulaşım yoluydu. Pers prensi Genç Kyros’un ordusunda Yunanlı askerlerin komutanı olarak görev yapan Xenephon İran’a yapılan sefer yolculuğunu anlatmaktadır. Bu anlatımda ordu Frigya’nın son kenti Ikonion’da üç gün konakladıktan sonra, Lykaonia Ovası’nda beş gün otuz fersenk ilerlemiştir. Kyros düşman memleketi olarak gördüğü Çumra ve çevresinin de yer aldığı bu ovayı yağmalatmıştı. Onun güzergâhı Konya-Karapınar-Ereğli olmalıdır ancak belirttiğine göre ovanın insanı Lykaonialılar idi.
Pers egemenliğine son vererek, Makedonya’dan Indus Vadisi’ne kadar egemen olan Büyük İskender’in ölümüyle bölge, generallerinden Selevkos’un payına düşen topraklar içerisindeydi. Selevkosların bölgedeki yönetimi, Romalıların hamiliğindeki Bergama ile Selevkoslar Kralı Antiokhos III arasında yapılan barış antlaşması ile sona erdi (MÖ 188).
Bölge bir süre Bergama Krallığının egemenlik alanı içinde kaldı. Bergama’nın MÖ 133 yılında III. Attalos, Bergama topraklarını Roma’ya bıraktı. Bunun üzerine Roma MÖ 129 yılında batı Anadolu’da Asya eyaletini kurdu. Fakat bölgedeki Roma egemenliğinin fiili olarak kurulması uzun yıllar alacaktır. Bu egemenlik, Kilikya’da Isauria korsanlarını etkisiz hâle getirilmekle başarılmıştır.
Romalıları sürekli uğraştıran korsanların bölgedeki varlığı ve gücü, Büyük İskender’den itibaren yazılı kaynaklarda dile getirilmektedir. Roma Dönemi ile ilgili olarak ise Strabon oldukça detaylı bilgiler vermektedir. Bölgeyi tam olarak ele geçiren Romalı komutan Publis Servilius olmuştur (MÖ 74). Ancak, bir süre sonra bölge Roma’nın vassalı Galatya Kralı Amyntas’a bırakıldı (MÖ 31).
Amyntas’ın Isauria’daki Homanadlar tarafından öldürülmesiyle bölgede yine bir süreliğine siyasal bir boşluk ortaya çıkmıştır. Nihayet, Roma imparatoru Augustus, MÖ 9 yılında, bugünkü Hatunsaray’da Lystra kolonisini kurarak, bölgedeki Roma askerî gücünü artırmıştır.
Roma’nın oluşturduğu güneydeki Toros eksenli Isauria eyaletinin sınırları, Çumra civarına kadar uzanmaktaydı. Bölge daha sonra oluşturulan (371-372) Lykaonia vilayetine bağlanmıştır.
Roma Döneminde Çumra çevresinde cılız bir Roma yerleşmesi görülürken, yerleşmeler daha çok dağlık bölgede yoğunluk kazanmıştır. Kuşkusuz yerleşim yerlerindeki bu değişimde doğu-batı istikametinde ova üzerinden gelişen askerî seferlerin halkı yerinden oynatmasının yanında sıtma gibi doğal felaketlerin de etkisi büyük olmuştur.