Aslı, Farsça “dâsıtân” olan kavram, Türk dünyasının tamamında dastan veya destan olarak bilinmektedir. Kavramın edebiyatımızda iki ayrı anlamı vardır.
Bu kavram Doğu Türkleri arasında Anadolulu araştırıcıların halk hikâyesi adını verdikleri nazım-nesir karışımı veya uzun şiirler olup, Türkiye’de bu tür metinlere epik destan adı verilmektedir: Manas Destanı, Alıpmanas Dastanı, Koblandı Batır Dastanı, Ural Batır Dastanı, vb. gibi.
Türk saz şiiri ustalarının hece ölçüsüyle söyledikleri/yazdıkları uzun soluklu, genellikle bir olayı hikâye eden şiirlere de destan adı verilir.
Bu nazım şekli; Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Yakutistan, Çuvaşistan, Başkurtistan, Doğu Türkistan, Altay gibi ülke ve topluluklarda bilinmemektedir. Saz şairleri tarafından söylenen bu destan türü daha çok Batı Türkleri arasında yaygındır.
Bu tür destan aynı zamanda âşık tarzı destan olup, en az beş dörtlükten başlayan, dörtlük sayısı sınırlı olmayan, kafiye yapısı bakımında da koşmaya (abab, cccb, dddb; xaxa, bbba, ccca; aaaa, bbba, ccca; aaab, cccb, dddb…, vb. ) benzeyen nazım şeklidir. Bu destanlar; kahramanlık, öğüt, tabii afetler, mizahi, yerleşim merkezleri, vb. konular işlenir. Destanlar saz şairlerinin saz eşliğinde yazdıkları/söyledikleri daha çok 7, 8 ve 11, az da olsa 14, 15 heceli ürünlerdir.
Bu destanların konuları çeşitli olup bunlardan birisi de şehir, kasaba ve köyleri konu alanlardır. Konya şehriyle ilgili olarak yazılan, bilinen, ilk destanlar, XIX. yüzyılda yaşamış olan, hece ve aruz ölçüleriyle yazan Âşık Şem’î’nin* şiirleridir.
Şem’î (1783-1834)’nin aruz ölçüsüyle yazdığı, aaxa, bbba, ccca şeklinde kafiyelenen destanı yedi dörtlükten oluşmakta ve “Konya’nın” redifiyle devam etmektedir. Şem’î’nin, aruzun fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün/fâilün kalıbını kullandığı bu şiiri Konya’daki değişik saz meclislerinde de özel bir ezgiyle okunmaktadır. Onun aynı aruz ölçüsüyle yazılmış aynı yapıya sahip ve daha çok “Dâsıtân-ı Konya” adıyla bilinen ve yukarıdaki destanla aynı redife sahip olan ve dört dörtlükten oluşan bir başka destanı daha vardır. Bu destan şu dörtlükle başlar:
“Okutur âlimleri mantık meânî Konya’nın
Remz ile söyler tasavvuf şâirânı Konya’nın
Evhadüddîn Şems-i Tebrîz Şeyh Sadık Sâhip Ata
Bârgâh-ı evliyâdır çevre yanı Konya’nın” (Halıcı, 1982, 86; Sakaoğlu, 2002, 23)
Yine Şem’î’nin Konya’nın redifli başka bir destanında Konya şehrinin havası, bilginleri, şehirle özdeşleşen Mevlâna’sı anlatıldıktan sonra tapşırma dörtlüğünde şehrin kış ve yaz mevsimi şöyle dile getirilir:
“Kış olunca donanır ahbabla vahdet-hâneler
Kurulur bâzâr-ı aşk ma’mur olur kâşaneler
Şem’i’ya aşkın yakar pervâz eder pervaneler
Yaz olunca Meram üzre sefâsı Konya’nın” (Kendi, 1951, 57; Sakaoğlu, 2002, 24-25)
Şem’î’nin bir başka destanında Abdurrahman Paşa’nın Konya kadısı olması ve Ilgın’da Mustafa Bey tarafından öldürülmesi anlatılır:
“İptida Konya’ya olunca kadı
Konya’yı hep kırmak oldu muradı
Ta o günden tuttu manav inadı
Tekebbürlük etti uydu şeytana
Ezelden Konya’nın var idi nâmı
Dedi ki Konya’ya verem nizamı
Eğer olmasaydı mektepler cami
Bakaydın meydana akacak kana
Daim hiyanetlik fikri hayali
Konya’ya kem bakan bulur zevali
Lisanında halkın ırz ile mali
Anı havale ettik gayri Yezdan’a” (Evren, 1945, 22-24)
Yine Şem’î, Şerafeddin Camii’nin Kadı Paşa tarafından sarılması sırasındaki olayları on dört dörtlükten oluşan destanında anlatır. Destanın dörtlüklerinin “Bekir Ağa der ki”, “Kadı Paşa der ki” diye başlaması da destana âdeta bir atışma güzelliği katmıştır.
“Bekir Ağar der ki hey yüzü kara
Taş attın Hazreti Molla Hünkâr’a
Elime geçersen çekerim dara
Seyrettirim üleşini bir zaman
Kadı Paşa der ki gel git buradan
Sonra seni kaldırırım aradan
Eğer fırsat verir ise Yaradan
Arpa eker Konya’yı iderim viran” (Evren, 1945, 26)
Aslen Ereğlili olan Mehmet Zâri Efendi (1855-1904) de destan yazan şairlerdendir. Konya’da 1874 yılında görülen kıtlık olayını anlattığı destanı, bilinen ilk kuraklık destanıdır. Hecenin 11’li ölçüsüyle yazılan destan on bir dörtlüktür. Destanın dikkat çeken dörtlüklerinden üçü aşağıdadır:
“Derûnunumda nice dürlü derdim var
Dinleyin söyleyim size destanım
Bilmeyenler bilsin duymayanlar duysun
İş bu bin iki yüz sene doksanı
Mevlâ’dan gelene kılmalı sabır
Nice âlimler hep dualar okur
Tam üç mah kadar yağmadı yağmur
Esti yel kuruttu bağ u bostanı
Konya şehir yolu cümle kapandı
Fukaralar canından bezdi usandı
Asiyaplar dönmez sular tükendi
Çocuklar nân diyüp kılar fiğanı” (Uz, 2002, 13-14)
Konya halk mutfağı kendine has özellikleriyle dikkat çekicidir. Silleli Âşık Mansur* (1907-14 Mart 1991) yedi dörtlükten oluşan destanında börek, baklava, çorba, fırında kebap, cilbir, mıkla, güllaç, et kızartması, irmik, tahin helvası, ızgara balığı, kıyma kavurması, mercimek çorbası, sarma, nar hoşafı, orman kebabı, pirinç pilavı, kadayıf, kaymak, tarhana, üzüm, asma, zeytin gibi yiyecekleri bir bir sayar. Eskilerin elifname/elif-ba destanı dedikleri destanın; o, ö, p, r seslerini içine alan dörtlüğü şöyledir:
“O ile orman kebabı ile
Ö ile ördekli hindili bile
P ile pilavı pirinçden eyle
R ile razıyım bir kazan yeter” (Halıcı, 1990, 7)
Konyalı Şerife Hanım (Bülbül Hoca) (1869 [?]-1932 [?]) ise yemeklerin adlarıyla birlikte özelliklerini de dile getirmektedir. Destanda yemeklerin yapılışı, iştah açıcı özellikleri, vb. anlatılmaktadır. On yedi dörtlükten oluşan destanda sayılan yemeklerden bir kısmı günümüzde unutulmuştur. Destanın bir dörtlüğü aşağıdadır:
“Köfte yaprak bir de lahna dolması
Sar-erik zerdali nohut yahnisi
Zülbiye pancar turp salatası
Onlar da içinde pür kemal olsun” (Halıcı, 1990, 114)
Konya yemek destanlarından bir diğeri de Nureddin Rüştü Büngül (1882-1951)’e* aittir. Konya yemeklerinin anlatıldığı destan 11’li hece ölçüsüyledir. Destanın, aşağıda yer verilen bölümü halk takvimi açısından önemlidir:
“Kebapla tiridle gönül eğlenir
Bir ay sonra (çebiç) zamanı gelir
Âh o nâzeninim (çebiç asması)
O bir çebiç değil kızlar yosması
Kızarır kızarır tandırda yanmaz
Gerdan kırışına canlar dayanmaz
İnci dişler ile sıkar dilini
Kutnular giyinmiş Türkmen gelini
Utanır kızarır huzurumuzda
Salatalar hazır şişeler buzda
Hücum başlayınca hayli utanır
Zavallı bir deri bir kemik kalır” (Halıcı, 1990, 117)
Bir zamanlar Konya denilince akla buğday ve kavun gelirdi. Eskiden Konya’da kavuna divlek denilmektedir. “Canım feda olsun tatlı divleğe” kavuştağıyla biten Ermenekli Tahsin (?-?)’in on altı dörtlükten oluşan destanında kavun pek çok özelliğiyle dile getirilmektedir. Kavuştak mısraındaki canım ve feda kelimelerinin yer değiştirmesiyle tekrarlanan dördüncü mısralar destanı daha da ilgi çekici duruma getirmiştir:
“Hatunsaray malı her yerden makbul
Kaçak Ömer cinsi şekerden mâmûl
Yakında mideme girmesi me’mul
Feda olsun canım tatlı divleğe” (Halıcı, 1990, 120)
Pek çok âşık Konya’yı konu alan destanlar yazmışlardır. İçlerinde bu konuyla ilgili çok sayıda destan yazdıkları için bir tür “destan şairi” olarak tanınanları da vardır. Bunların başında Âşık Mehmet Yakıcı* (1879-26 Ocak 1950) gelmektedir. Âşık Mehmet Yakıcı, Konya şehrini konu alan destan tarzında şiirler yazmıştır. O, şiirlerini topladığı üç defterinde şiir karşılığı olarak; destan, beyit, gazel, şarkı, nutuk, hikâyeli hatıra terimlerini kullanmıştır.
Onun Konya şehrini anlatan ve on dört dörtlükten oluşan “Konya Destanı” ve “Konya’nın” redifli destanında Alâeddin Tepesi’nden görülen veya hayal edilen Konya’nın bahçeleri, pazar yerleri, resmî kurumları, şehrin elektrik lambalarıyla aydınlatılması, Loras Dağı, Çayırbağı suyu akan çeşmeleri, camileri, şehrin güzelleri, ovadan at arabalarıyla buğday taşınması, dinî hayat, vb. konular anlatılmıştır:
“Çıktım Alâeddin’i seyran eyledim
Ne güzeldir bahçeleri Konya’nın
Gezdim etrafını devran eyledim
Çok âlimdir hocaları Konya’nın” (Sakaoğlu, 2002, 96)
Ayrıca Âşık Mehmet Yakıcı’nın şikâyet, öğüt, övgü, yergi, dinî hayat, deprem-yangın ve sel felaketi, kuraklık, kıtlık, hastalık, vb. destanlarında da Konya şehri çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir (Alptekin, 2000, 451-459).
Konya’yı bir destanının konusu olarak ele alan pek çok âşıktan birkaçı şunlardır: Artvinli Âşık Efkârî (Sakaoğlu, 2002, 99-100), Kadirlili Âşık Halil Karabulut (Sakaoğlu, 2002, 34-35), Ağrılı Öksüz Ozan (Sakaoğlu, 2002, 24-25), Temel Turabî (Alptekin, 2002, 153).
Bunların dışında Ahmet Kutsi Tecer hece ölçüsüyle (Sakaoğlu, 2002, 101-102) ve Kâmil Uğurlu (Sakaoğlu, 2002, 103-104) da serbest nazım tekniğiyle yazdıkları şiirlerinde Konya’nın güzelliklerini “destan” adıyla şiire dökmüşlerdir.