Baş ile fes veya sikkelerin etrafına sarılan tülbenttir. Bir tarikata müntesip mutasavvıfların, bu yolda bulundukları görev, makam ve mevki hakkında bilgi veren bir semboldür. Destar sarma hakkı, dergâhtaki belli kuralların, görevlerin, adap ve erkânın yerine getirilmesi, disiplinlerin icrası ile elde edilen bir mevki hak ve yetkisidir. Rengi, bezi, sarış şekli ve biçimi ile dergâh bünyesinde ve müntesipler arasındaki derece ve makamı sembolize eder.
Tarihî kaynakların verdiği bilgilere göre kökü, Orta Asya Türk kültürüne ve Asr-ı Saadet’e dayanır. Mevleviliğin ilk yıllarından beri kullanılmakta olduğu, yazılı kaynaklardan ve minyatürlerden anlaşılmaktadır. Tarikat ve dergâhta herhangi bir makam veya göreve henüz getirilmemiş olan Mevlevîler, destarsız sikke giyerlerdi. Buna “dalsikke” denilirdi (bk. sikke*).
Aslında destar, bir Orta Asya Türk geleneğidir. Eski Türkler, sargı ve dolamaya “yergencu”, “şulgu”, “çol” gibi isimler vermişlerdir. Horasan kökenli tarikatlarda, bir kıyafet geleneği olarak yaşamıştır. Destar sarmak, bir mazhariyet, hak ve liyakat ifadesidir. Buna mezun olan dervişe, “destarlı” anlamına gelmek üzere, “destâr-pûş” denilmiştir. Taşıdığı anlam ve sembolize ettiği ulvi anlamlar sebebiyle Mevlevilerce, “destâr-ı şerîf ” şeklinde telaffuz edilmiştir. Mevlâna’nın soyundan gelenlere vakfedilen “Celâliyye köyleri”nin gelirlerine, “destâr-bahâ” adı verilmiştir.
Mevlevilikte çelebi ve halifeler, “duhânî” denilen tütün rengindeki koyu mor kumaştan destar sararlardı. Neyzenbaşınınki farklı olup, ince ve ensizdir. Kısa aralıklı iki ince yeşil şerit hâlindedir.
Peygamber Efendimizin soyundan gelen (seyyit) şeyh efendinin destarının sarılması, sikke alınlığının hemen kenarından başlar. Rengi yeşildir. Başka yoldan gelen şeyhlerinki ise, sikke kanarından bir parmak kadar yukarıdan başlayarak sarılır. Rengi beyazdır.
Destarın ucu, omuz üzerinden öne doğru salıverilerek, göğüs hizasına kadar uzun bırakılır. Bu salıverilen uca, “taylasan” denilir. “Örfî” ve “Cüneydî” destar çeşitlerinde taylasan, biraz daha uzuncadır. İmamlık yapan dedelerin destarı ise beyazdır.
Mevleviliğin son döneminde hemen her şeyh efendi, koyu yeşil destar sarmayı tercih etmiştir. Zaman içerisinde, gerekli kuralları henüz yerine getirmemiş ama tarikat ve dergâhta önemli hizmetler yapan bazı kişilerin de destar sarmalarına müdahale edilmemekle beraber bu, onları onore etmek için bir fahri hizmet sembolü olarak algılanılmıştır. Fazla bir kıymet ve üstünlük ifadesi taşımaz.
Malzeme, renk ve tarz bakımından çeşitlilikler gösteren destarlar örfî, cüneydî, şeker-âviz ve dolama destar gibi adlarla anılır.
Örfî destar: Bugün Hazret-i Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled ve babası Sultanülulema’nın sandukalarının başucunda görülen gösterişli destar şeklidir. İçi pamukla doldurulmuş olan yuvarlak ve en az üç parmak kalınlığındaki tülbentle, önce yarıya kadar aşağıdan yukarıya, sonra da yukarıdan aşağıya doğru sarılmıştır. Sargıların arasında biraz açıklık bırakılmıştır. Orta kısımda daha dolgunca, alt ve üst kısımlarında ise darcadır.
Cüneydî destar: Örfiye benzerse de dolamaları onun yarısı kalınlığında olduğu için, örfînin yarı büyüklüğündedir. Konya Mevlâna Dergâhı’nda ebedî istirahatgâhında bulunan Ulu Arif Çelebi* başta olmak üzere, ilk dönem Mevlevilerinin sandukalarında görülen sikkelerin destarları cüneydî tarzındadır.
Şeker-âviz destar: Alt tarafı şişkin ve kavisli, üst tarafı dar olarak, sikke kalınlığında sarılmış olan destar şeklidir. İki parmak enindeki tülbendin, dört kat bükülerek, sağdan sola; sonra da karşılıklı olarak soldan sağa sarılmasıyla teşekkül ettirilir. Sargılar, birbirini keserek, bir kafes görünümü arz eder. Bir karış kadar genişlikte, içi pamukla beslenilmiş, üstü tülbentten bir halka, sikkenin altına geçirilmiştir. Bunun altında da iki parmak enliliğinde, iki kat olarak dikilmiş ve ütülenilmiş tülbent yer alır.
Bu tarz destar, sikkenin üst kısmında önce iki parmak sıkı sıkıya, sonra da üstüne sarılır. Ucu (taylasanı) sol omuz tarafından göğüs hizasına kadar uzatılıp salıverilir. Genel görünümü itibariyle kafes örgüsünü andıran bu tarz destarlar, en yaygın olan tür idi. Bu tür destarın, Sultan I. Ahmet döneminde moda olduğu anlaşılmaktadır.
Dolama destar: Bu, sikke üzerinde herhangi bir motif görüntüsü verilmeden, sade dolama şeklindeki sargıdır. Herhangi bir yüksek anlam, görev ifade ve sembolize etmezdi.
Şeyh efendi tarafından, yapılan özel törenin ardından bir liyakat nişanı olarak icazetname verilirdi. Buna “Destarlı Sikke-i Şerîf İcâzeti” denilirdi ki; her dervişin gönülden arzu ettiği bir nailiyet olarak, gayet makbul ve muteber bir belge idi.
Sikkesine destar sarma liyakatine erişmiş seçkin kişiler, nail ve mazhar oldukları destarlı sikkelerini ömür boyu büyük bir hürmet ve itina ile giyerek hakkını, değerini, saygınlığını en iyi biçim ve ortamda temsil etmeye özen gösterirlerdi. Vefatlarından sonra da bu nailiyeti ifade için, mezarının baş taşına, bu sikkesi aynen teşkil ettirilirdi. Böylece mevtanın dergâhtaki görevi, “hâmuşân” veya “hâmûşhâne” denilen dergâh mezarlıklarındaki mezar taşlarında belirtilmiş olurdu.
Zevk sahibi dervişler, destarının sarımına son derce hassasiyet göstermişlerdir. Destarların ifade ettiği yüksek anlamlar ve sembolize ettiği ince ve derin mesajlar, destar sarımında, mahareti beraberinde getirmiştir. Bundan dolayı, bunu kendisine meslek edinmiş, zarif destar sarmakla ün yapmış kişiler vardı. Tercih ve takdir edilen bu zevk ehli mahir kişilere “destârî” denilirdi. Meraklıları, sikkelerinin destarını onlara sardırmaya özen gösterirlerdi.